A. PERİM DOĞAN*
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: keyifçi iskelet dostumuzun betimlendiği Antakya mozaiğinde “Neşeli ol, hayatını yaşa” yazmıyor, haberde geçenin aksine mozaik 2 bin 400 yıllık değil, ve elbette Murat Bardakçı’nın topa girerek iddia ettiği gibi “Aceleyle yediğin yemeğin zevkini ölümle alırsın” falan da yazdığı yok!
Madde madde durumu inceleyelim.
Mozaiğin tarihi Anadolu Ajansı’nın (AA) haberinde sürekli olarak MÖ 3’üncü yüzyıl olarak veriliyor, ancak bu mümkün değil, zira metnin içinde araştırmacılar sürekli olarak ‘Roma dönemi’nden bahsediyor (MÖ 3’üncü yüzyılda henüz Anadolu’da Roma hakimiyeti yok).
Daha da önemlisi Antakya mozaikleri MS 2 ile 6’ıncı yüzyıl arasına tarihlenir. Yani burada muhtemelen AA muhabirinin yanlış anlaması söz konusu ve vahim bir hatadan bahsetmek mümkün değil. Şu halde MÖ-MS karışıklığı olduğunu varsayarsak, söz konusu mozaiğin MS 3’üncü yüzyıla ait olduğunu söyleyebiliriz.
Bu karışıklık bir tarafa, esas mesele ve yaklaşık bir haftadır Türkiye ve dünya medyasının ilgisinin de esas sebebi mozaikteki yazıt: Yan gelip yatarak keyfine bakan bir iskeletin yanında bir testi şarap ve ekmekle betimlendiği panelde AA haberine göre “Neşeli ol, hayatını yaşa!” yazıyormuş. Önce Türkiye, sonra bütün dünya bu keyifli hedonist mesajı şevkle kucakladı ve Antakyalı iskelet dostumuz hayattan zevk alma mücadelesinin, belki Mehmet Ali Erbil müstesna, en önemli neferi haline geldi.
Arkasından elbette dayanamayarak topa giren Murat Bardakçı, mozaikteki yazıtın tamamında “Aceleyle yediğin yemeğin zevkini ölümle alırsın” yazdığını ve bunun da yurtdışı arkeoloji çevrelerindeki makbul yorum olduğunu söyleyiverdi. Nihayet kendisine göre mesajın esas derdi şu imiş: “Bütün dünyevi zevkler fanidir!” Ne kadar da ilginç değil mi?! Bahsi geçen ‘yabancı uzmanlar’ kim bilmiyorum, ama neyse ki iskelet arkadaşımızın vefatından önce Kalenderî tekkesinde çile doldurduğunu falan iddia etmemişler. İnşallah yarın artık.
Gelin sırayla meşhur mozaikteki panellere bakalım ve son günlerde yandaş medyada çıkan politika haberlerinden sonraki en büyük dezenformasyon kaynağı haline gelmiş bu mozaiği sakince inceleyelim.
Yukarıda görüldüğü üzere bir yemek salonunun zeminini süsleyen bu mozaik üç panelden oluşuyor (fotoğrafta bir panel gözükmüyor) ve spiral bir çerçeveyle sınırlandırılmış. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Roma dönemi mozaiklerinde bir hikaye kurgusu olması gerekmez, yani mozaiğin panelleri arasında bir ilişki beklememize gerek yok, yoksa Bardakçı gibi uçuşa geçmek işten bile değil.
Şimdiden dünya bar ve meyhanelerinde şerefine binlerce kadeh kaldırılan sevimli iskeletimizden başlayalım. Kemikli arkadaşımız bir mindere uzanmış, sol elinde bir kadeh, sağ eli gelişigüzel şekilde kafasının üzerinde, bacaklar “Bir süre yan gelip yatacağım” rahatlığında uzatılmış. Hemen sol tarafta bir testi şarap ve bir somun ekmek, iskeletimizin her iki tarafında ise antik Yunanca bir yazıt görüyoruz.
Sadece ‘neşeli’
Peki ne yazıyor bu yazıtta? Hayır “Neşeli ol, hayatını yaşa” yazmıyor. Tek bir kelime yazıyor: ΕΥΦΡΟCΥΝΟC (euphrosynos), yani ‘Neşeli’! Sadece bu kadar.
Elbette bu neşeli iskelet betiminin, “Hayat kısa, keyif almaya bakmak gerek, bakın yakında topu dikeceğiz!” anlamına geldiği açık ve aşağıda ayrıntılı açıklayacağım gibi, dönem itibariyle birçok örneği de mevcut. Diğer yandan, sadece ‘neşeli’ kelimesi var diye, “Yazıtta ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’ yazıyor!” demek aldatıcı ve yanlış.
Eğer tek kelimeden cümle uzatacaksak daha da yaratıcı olmak mümkün, başlamışken keşke, “Neşeli ol, hayatını yaşa, bu akşam Caddebostan sahilde şeriat-öncesi-sahil-birası içelim, arkasından Sertaç’ların evde Batı’nın ahlakını alırız, sonra da sabah menemen, dünyaya bir kere geliyoruz ülen” diye de devam edilseydi; zira hazır fırsatını bulmuşken kullanmak lazım. Tek kelimeden antik yazıta cümle kurma fırsatı her zaman elimize geçmiyor.
Bu kelimenin, yalın halde ve başka bir kelimeyle bağlantısı olmadan tek başına bir iskeletin etrafında bulunması, bu bağlamda kelimenin iskeletin adı olduğunu düşündürüyor. Euphrosynos zaten kullanılan bir özel isim (1), yani bu kelimeyi Yedi Cüceler’deki ‘Neşeli’ gibi değil, belki Türkçe’deki Şener gibi algılamalıyız. Elbette bu keyif düşkünü iskeletin adının ‘Şener’ olması betimdeki ironiyi bir kat daha artırıyor. Ev sahibinin yahut sahibesinin ince mizahına şükran borçluyuz!
İyi ama bu Romalılar, veya daha doğru bir tanımlamayla antik Antiokheia’nın Yunanca konuşan Roma dönemi ahalisi deli mi acaba, ki yemek salonlarının ortasına iskelet mozaiği yaptırıyorlar? Tamam, yemek yerken İskelet Şener’i gördük, güldük misafirler olarak, ama çok da iştah açıcı bir motif değil elbette iskelet, ev sahibi biraz kaçık galiba ve ufaktan gidelim biz, çok teşekkürler…
Ölümü hatırlamak ihtiyacı
Tam da öyle değil. Öncelikle şunu söylememiz gerek: MÖ 1’inci yüzyıldan itibaren, Roma sanatında ve özellikle de yemek salonlarının (triclinium) süslenmesinde iskelet motifi çok yaygın, hem duvar resmi, hem mozaik, hem de metal heykelcik olarak. Bizim gözümüze garip gelebilecek bu adetin nedeni ‘ölümü hatırlamak ihtiyacı’ (2). Ölümü hatırlamak ama, somurtup üzülmek, veya uhrevî bir ummana dalmak için değil! Henüz yaşıyorken hayatın tadını çıkarmayı hatırlamak için.
İşte tam da bu yüzden bu iskeletler yemek salonlarında bulunuyor ki yeyip içerken “Ölümlü dünya, son bi bardak daha dolduruyorum ben” densin. Yani, evet, “Neşeli ol, hayatını yaşa” yazmıyor yazıtta kesinlikle, ama tüm dünyada İskelet Şener’in şerefine kadeh kaldıranların henüz kadehlerini indirmeleri için bir sebep yok.
Gelin şimdi Antakyalı Şener’in diğer Roma dönemi akrabalarına küçük bir ziyaret yapalım, hepsi de zengin evlerin yemek salonlarından…
İşte Pompeii’den bir kafatası mozaiği, zenginliğin ve fakirliğin ölümle dengeleneceğini hatırlatıyor:

Fotoğraf: http://ancientrome.ru/art/artworken/img.htm?id=1755
Yine Pompeii’den, bizim Antakyalı gibi şarap testisiyle poz vermiş bir diğer yakışıklı:

Fotoğraf: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Pompeii-skeleton.jpg
Bu sefer Roma yakınlarındaki bir villanın yemek salonuna gidiyoruz ve o da ne? Bir diğer iskelet, sadece ölümü değil, meşhur antik Yunan özdeyişini de hatırlatıyor bize: “Kendini Tanı! (3)”

Fotoğraf: http://www.nuok.it/rroma/passeggiata-archeologica-a-villa-dei-quintili-a-roma/
Sadece mozaiklerden ibaret değil tabii yemek salonlarındaki iskeletlerimiz. Kimi zaman yemek şölenlerinden önce misafirlerin eline tutuşturulan küçük bronz iskelet kuklaları var örneğin. Amaç yine aynı elbette: Misafirler yaşamın kısalığını hatırlasın ki, fırsat varken tadını çıkarmaya baksın! Larva convivalis, yani ‘şölen hayaleti’ (4) denilen bu bızdıklardan yaklaşık bir düzinesi dünyanın çeşitli müzelerine dağılmış durumdalar, buyrun en yakışıklı örneklerine beraber bakalım: (1), (2)
- Frel, F.C. 1980. “A Larva Convivalis in the Getty Museum,” The J. Paul Getty Museum Journal 8: 171-172, Fig. 1-3.
- https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Scheletrino_da_tavola_%28larva_convivialis%29,_90_dc_ca._da_orginale_alessandrino,_01.JPG
Roma dönemi insanında iskelet tutkusu bununla da sınırlı kalmıyor elbette: Bardaklarında, içki içtikleri kupalarda da bol bol iskelete rastlıyoruz. Trakya’da bulunan bu kurşun kaplamalı (5) Roma dönemi kadehindeki dostumuz an itibariyle Berlin’de ikamet ediyor. En ünlü örneği ise Louvre Müzesi’ndeki Boscoreale Hazinesi’nde bulunan MS. 1 yüzyıla tarihlenen iki içki kadehindeki iskeletler.
Kadehlere kazınmış yazılardan anladığımız kadarıyla bu arkadaşlarımız Antik Yunan dünyasının önemli filozof ve yazarlarının iskeletleri ve kadehlerde yaşamın kısalığına ve hayattan keyif almak gerektiğine dair birçok özdeyiş de yazılı.
Yani, “Neşeli ol, hayatını yaşa” bizim mozaikte yok belki ama, aynı anlama gelecek birçok deyiş bu kadehlerde mevcut!
Antakyalı Şener’in varlık sebebi
Üstelik, kadehlerden birinde Epikouros (Epikür) isimli bir felsefecinin bir rakibine (Stoacı Zenon) karşı üstünlük sağladığını da görüyoruz. İşte zurnanın ahenkli sesler çıkardığı yer de tam burası, çünkü Roma döneminde ölüme karşı alınan bu tavrın ve bir bakıma Antakyalı Şener’in de varlık sebebi, MÖ 4’üncü yüzyılda Sisam (Yun. Samos) adasında dünyaya gelen Epikouros.
Çok basitleştirerek anlatmak gerekirse, Epikouros’un felsefesinin ana temaları şunlar: Ölümmüş, öbür dünyaymış, günlük mevzulardan darlanmakmış, lütfen bunları yapmayalım, saçma saçma konuşmayalım; tanrıların bizi cezalandırma veya ödüllendirme gibi bir dertleri yok, hiç umurlarında değiliz; ölüm hem bedenin hem de ruhun sonudur, haliyle sürekli ölüm korkusuyla yaşamamızın bir anlamı yok; zevk ve acı, ‘iyi’ ve ‘kötü’nün belirleyici kıstaslarıdır; fiziksel ve ruhsal olarak acı çekmeden yaşanacak, kaygılardan ve korkulardan azade, gündelik hayhuydan ve karmaşadan uzak, sevilen arkadaşlarla geçirilecek, sakin, kendine yeten bir hayat gerçek mutluluktur.
İşte bu Hellenistik dönem filozofunun kurduğu felsefe ekolü, yani ‘Epikürcülük’ veya ‘Epikourosçuluk’ , MÖ 1’inci yüzyıldan itibaren Roma dönemi felsefesinin de baskın ekollerinden biri haline geliyor (6) ve elbette sanattan gündelik hayata etkisini hissettiriyor.
Ağlamadan izleyenlere kötü gözle bakılan ‘Ölü Ozanlar Derneği’nin sloganını hatırlıyor musunuz? Ünlü Romalı şair Horatius’un meşhur özdeyişi “Carpe Diem”, yani “Günü yakala”! Horatius birçok şiirinde Epikourosçu temalar kullanır (7) ve dizenin tamamı bu kısa slogandan daha açıklayıcı, handiyse bizim sevimli Antakyalı iskeletin varlık sebebini anlayıvereceğiz: “Biz konuşurken bile uçup gidiyor kıskanç zaman: Günü yakala, güvenme hiç geleceğe”! (8)
İşte Epikouros’tan ‘Carpe diem’e, oradan da İskelet Euphrosynos’a uzanan hat özet olarak böyle. Şimdi kendisinin şerefine dezenformasyona kapılmadan kadeh kaldırmaya gidiyorum.
Döndüğümde orta paneldeki koşturan arkadaşlardan ve gerek Anadolu Ajansı haberindeki basın açıklamasının belirsizliklerinden, gerekse Murat Bardakçı’nın rüyaya yatarak bulduğunu zannettiğim ‘yemeğini yedikten sonra hemen kaçıp giden hayırsız’ teorisindeki anlamsızlıklardan dem vuracağım.
Nihayet, sahnenin gerçek anlamına dair bir Yunan akademisyen tarafından ortaya atılan son derece akla yakın bir teoriden bahsedeceğim.
Sağlıcakla kalın.
* A. Perim Doğan, arkeolog (İsim müstear, meslek gerçektir).
Antakya mozaiğinin alengirli hikayesi (2): Antik dünyada yancılar ve parazitler
Notlar:
(1) Hatta Bu isimde bir Ortodoks azizi bile mevcut: Aziz Euphrosynos, kendisi, adına da gayet uygun olarak, aşçıların koruyucusu, her sene 11 Eylül’de yortusu kutlanıyor.
(2) Bahsi geçen iskelet veya ölüm temalı obje ve betimler literatürde sık sık ‘memento mori’ (öleceğini hatırla!) olarak adlandırılır. Fakat memento mori tabiri Latince olmakla birlikte Roma dönemi için kullanmak anakronistiktir, zira bu cümle ilk kez Ortaçağ’da karşımıza çıkar.
(3) Bu meşhur antik Yunanca vecize (gnothi seauton) ünlü kehanet merkezi Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazmaktaydı.
(4) Romalı yazar Petronius’un (ölümü MS 64) Satyricon’unda işte bu şölen hayaletlerinden birinden bahsedilir (Satyricon 34): Sonradan görme zengin Trimalchio içeceği şarabın yüz yıllık olduğunu duyunca, “Şarap bile zavallı insanoğlundan uzun yaşıyor, öyleyse haydi eğlenmemize bakalım!” der ve ‘alkolün su gibi aktığı gecede’ davetliler masaya getirilen bir gümüş iskelet kuklasıyla oynamaya başlarlar.
(5) Roma döneminde üst sınıfın seramik kadehleri genellikle kurşun sırlı olurdu, elbette dönem itibariyle kurşunun son derece zehirli bir madde olduğu bilinmiyordu. Geçmiş olsun zenginler. Bu konudaki Türkçe bir makale için bakınız:
(6) Fethiye yakınlarındaki Oinoanda kentinde MS 2. yüzyılda yaşayan önemli Epikourosçu Diogenes ve yazıtı hakkındaki Devasa Yapboz isimli belgeseli şuradan Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
(7) Ayrıntılı bilgi için bkz. Moles, J., “Philosophy and Ethics,” The Cambridge Companion to Horace, ed. S. Harrison, 2007, s. 165-180.
(8) Dum loquimur, fugerit invida / Aetas: carpe diem, quam minimum credula postero. (Horatius, Odlar, 1.11).