1994’teki İstanbul belediye başkanlığı seçimine 7 aday katılmıştı. Üçü, siyasi görüşleri aynı yönde olan üç partinin adaylarıydı. Yakınlık bir yana, o üç partinin mensupları, daha önce aynı partinin -CHP’nin- mensuplarıydılar. Birbirinden ayrı düşünülmeleri, 12 Eylül rejiminin CHP dahil, 12 Eylül’den önceki tüm partileri kapatmış ve yasaklamış olmasıydı.
CHP’nin yerine, SHP ile DSP kurulmuştu. Daha sonra ise o yasak kaldırılmış, eski partilerin yeniden açılması mümkün olmuştu. CHP de siyasetteki yerini yeniden almıştı.
Üç parti arasında birleşme girişimleri elbette başlamıştı ama henüz sonuca varmamıştı. Ve ana hatlarıyla aynı insan kaynağından oluşan üç parti seçime ayrı ayrı girecek durumda kalmıştı. Tabii, o yerel seçimde eski CHP’li seçmenler de oylarını belirlemekte çok güçlük çekmişlerdi, hangi partiye oy vereceklerini belirlemek için.
Ve sonuç şu olmuştu:
O üç partiden SHP’nin adayı Zülfü Livaneli’nin oy oranı yüzde 20.3 olmuştu. DSP’li Necdet Özkan’ın 12.38, CHP’li Ertuğrul Günay’ın 1.4. En yüksek oy oranına ise Recep Tayyip Erdoğan ulaşmıştı 25.19…
Ve büyükşehir belediye başkanlığına Erdoğan seçilmişti. Sonrası malum: 21 yıldan beri de önce başbakan oldu Recep Tayyip Bey, sonra cumhurbaşkanı… Şimdi de, ülkeyi “tek adam” olarak idare ediyor.
Bu durumda, “partiler arası ittifak” konusu, sadece belediye başkanlıkları ile diğer belediye yöneticilerinin kimler olacağı sorusu açısından değil, ülkemizde demokrasinin bekası -daha doğrusu “yeniden kazanılması”– açısından da büyük önem taşıyor.