Bu köşede daha önce de yer almış şu satırları, bir tarif okur gibi dikkatle okuyun.
“Kimilerinin şiarı şudur: ‘Bir toplumun ya da topluluğun çıkarları gerektiriyorsa, hiç bir ölüm, cinayet, mağduriyet, haksızlık, gayrimeşruluk önem taşımaz, hak ve özgürlüğe dair ilkelerin anlamı olmaz…
Bu şiarın sahibi, ister siyasetçi, ister tarihçi, ister devrimci, ister cemaatçi, ister milliyetçi olsun, ister şu ya da bu haklı davanın yandaşı olsun, ahlaken özünde faydacıdır, strateji denilen algı hastalığının esiridir…
Benim ahlakım bunun tersidir… Hayata bakışım, tek tek ve her özgürlük arayışına saygılı, insani, hukuki, evrensel değerleri tahrip eden her iktidara karşı tavizsiz olma üzerine kuruludur. Bu, basit, ama zor bir tercihtir…
Ama demokratik tercih budur’…”
Yukarıdaki satırlar Michel Foucault’ya ait. Felsefeci, Humeyni İran’a ayak bastığında ‘olan’ı anlamaya çalışmasına, “olan karşısında” kendi ahlakına göre tavır almasına, bunun betimlemesine Fransa’da yağan aydınlanmacı lanet ve hareket karşısında sarf etmişti bu sözleri…
Bugün bu sözlerin herhangi biri için anlam taşımasının birkaç koşulu bulunuyor: Mesafe, vicdan ve değeri içi içe sokabilmek… Baskı, taciz, tehdit karşısında düştüğü durumu, başkaları için üretmemek… Keskin inançlardan, siyasi pozisyon ve hayat tarzı hükümlerinden uzak durmayı bilmek…