

BEHZAT ŞAHİN
“Ben daha 50 sene yaşarım, sen kendine bak Cengiz” dedi Dimitris (Çeperkas, 67), İkarialıların uzun ömürlü oluşuna atıfta bulunarak. Oysa Cengiz’den (Onural) üç yaş büyük. En son geçen yıl bu zamanlar karşılaşmışlar. Eskiden gelen dostlukla kaldıkları yerden devam ediyorlar. Daha masamıza bile oturmadan, bir köylüsünün hikâyesini anlattı:
“Amerika’da yaşayan bizim buralı, 100 yaşına geldiğinde bir rahatsızlığından dolayı doktora gitmiş. Doktorlar buna en fazla altı ay ömür biçip canı nasıl isterse öyle yaşamasını söylemiş. Bizimki köyüne dönmüş. Bir 15 sene sonra kontrol için Amerika’ya döndüğünde, ona ömür biçen doktorlar ölmüştü.”
Bunu kahkahalarla anlatırken bir yandan da sigarasını tellendiriyordu.
İkaria’nın dağ köyü Ayios Dimitrios’ta, Dimitris’in kendi adıyla 44 yıldır işlettiği Miçaras’tayız. Miçaras, bizdeki isim kısaltmalarına benziyor. Mustafa’ya Musti demek gibi. Buna göre Musti’nin tam karşılığı Miço, Miçaras da bir nevi ‘Musti Efe‘ gibi bir şey ya da ‘koca Musti‘. Bana anlatıldığı kadarıyla aktarmaya çalıştım, hata varsa bana ait.
Bu dağ başına tesadüfen düşmedi yolum. Geçen bahsetmiştim Cengiz ve İvi (Dermancı) ile yıllardır hayâlini kurduğumuz zorlu yolculuğa çıkıp, tirhandille rebetikonun peşine düştük.

Rebetiko semineri birkaç yıldır İkaria adasında da yapılıyor. O nedenle ilk durağımız burası. İkaria zaten sevdiğim adalardan biri. Ünü, en uzun ömürlü insanların yaşadığı yerlerden biri olmasının yanı sıra, Yunanistan Komünist Partisi’nin (Kommounistikó Kómma Elládas-KKE) kalesi olmasından da geliyor. Cunta zamanında komünist entelektüeller ve kanaat önderleri buraya sürgün edilmiş. Tabii ki o entelektüel birikim adada öyle etkili olmuş ki, bugün hâlâ adanın balıkçısından kasabına, ev kadınından belediye başkanına tesiri sürüyor.

Teknemizi adanın kuzeyindeki Yaliskari’de, küçük bir balıkçı barınağına bağladık. Seminerin yapılacağı Rahes köyüne en yakın yer. Beş gün boyunca ben teknede kalacağım, Cengiz ile İvi ise pansiyonda. Aramız arabayla 25 dakika.
O gün ben de, bir köy evinin bahçesindeki çardağın altında düzenlenen seminere misafir olarak katıldım. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen rebetiko meraklıları, sazlarıyla yerlerini almaya başladı. 30 kişi kadar varlar. Ve nihayet seminere hocalık yapan, rebetikonun yaşayan efsanelerinden Manolis Pappos da geldi. Aynı gömleği günlerce giyer, pek banyo yapmazmış. Elinden sigarası da hiç düşmüyor. Ama yaptığı işin en iyilerinden. Cengiz, Pappos için “Bilenler bilir, buzuki dünyasının yaşayan efsanesidir. Dalaras’ın meşhur ‘Çiçanis’e İthaf’ albümünün düzenlemelerini yapan kişidir. Orijinalde olmayan o inanılmaz saz payları onundur. Birçok eseri meşk etmek için önce onun YouTube kayıtlarına başvurulur” diyor.
Çiçanis’in ‘Andilalune Ta Vuna – Dağlar Yankılanıyor’ eseri üzerinde çalıştılar. Dersin bitimine doğru da parçayı hep birlikte seslendirdiler. Cengiz buzukinin ustası, İvi rebetikonun kadife sesi. Bir rebetiko dinleyicisi olarak, böyle bir ortamda olmaktan pek bahtiyarım.

Mutluluğum akşam da devam etti; Miçaras’ın yerinde.

Gittiğimizde hava kararmak üzereydi. Başta söylediğim gibi Dimitris hasretle karşıladı. Bizim gibi kısa ömürlü fanilerle dalgasını geçtikten sonra işi gücü bırakıp oturdu masamıza.

Bir hikâyeden öbürüne geçti. Onda hikâye çok. Bir tanesini daha anlatayım, biraz hüzünlü:

Dimitris’in babası Nikos, müziğe inanılmaz yetenekli. Çocukken bahçelerindeki incir ağacını kesip kendine kemençe yapmış. Dimitris’in dedesi, incir ağacını kestiğini duyunca kafasında kırmış kemençeyi. Babası ısrarla devam etmiş incir ağacından kemençe yapmaya. Muhteşem bir müzisyenmiş.
Bir gün adaya, Amerika’dan çalıntı bir keman gelmiş. Adada, kemandan anlayan neredeyse tek kişi Dimitris’in babası Nikos. Göstermişler kemanı, hemen tanımış ama pek yüz vermemiş. “Fena değil” olmuş yorumu. İki keçi ve oğlağıyla değiş-tokuş etmişler. İşte o çalıntı Stradivarius, bugün Dimitris’de:
“Dükkânda, kristal bir vitrinde sergilemek isterdim ama korkuyorum. Bazen kutusunu açıp babamın kokusunu alıyorum.”


Babası bu dükkânı Dimitris’e, evini geçindirebilsin diye açmış. O gün bu gündür kendisi ızgarada, 14’ündeyken ‘aldığı’ Yeoryia da tencere yemeklerinde.


Şanssız günümüzdeyiz, Yeoryia ağrıyan ellerinin tedavisi için Atina’ya gitmiş; Dimitris ‘Miçara‘nın ızgaralarını tadabileceğiz yalnızca. Suvlaki (domuz şiş) söyledik tabii ki. Etleri Evia adasından kuzeni temin ediyormuş. Yunan salatası mütemmim cüz. Domates, domates gibi. Malzeme taze, kuş kondurmasan da oluyor. Vlita istedik, yanında kabak. İvi anlamadığım için bana salak muamelesi yapıyor, Yunanistan’da herkes bilirmiş. Ben bilmiyorum, herkesin yediği, yabani bir otmuş. Bilenler söylesin lütfen. Buyurdi söyledik, zeytinyağlı sebze güveci.

Yaşayan efsane Manolis Pappos, bizimkilerle.
Rakının yerine çipuroyu koydum Yunanistan’da. Yerelden yanayım. Uzoya yıllardır zorladım kendimi de olmadı; çok şekerli. Çipuro yine üzümden, bir çeşit grappa. Ben bol buzlu tercih ediyorum, Cengiz tek. O kadar ideolojik ayrılık olur.
Kırmızı ev şarabı da söyledik.

Danimarka’da yaşayan rebetiko meraklısı Utkan da (Çağrı Koçak) katıldı bize.

Dükkân, paskalya ve yortular dahil hep açık. Dimitris sabah 8’de gelip etleri işlemeye başlıyor, servis ise 17:00’de. İçtiklerimizi sayamadık. Galiba çoğu Dimitris’in ikrâmıydı. Yedik içtik, 65 Avro ödedik. Şimdi tek tek fiyatları sormayın bana. Burada hiçbir şeye periyodik zam gelmiyor. Seneye gelin, yiyin, için, aşağı yukarı bu hesabı ödeyeceksiniz.
İkaria’dan bin selam.