HÜRREM SÖNMEZ
@hurremsonmez
“Tarihte baskıyla, sindirmeyle, korkuyla ayakta kalmayı başaran hiçbir yönetim yoktur. Tarihin her döneminde er ya da geç insanlık onuru bütün zincirleri kırmış, bütün duvarları yıkmış, mazlumun ahı aheste de olsa çıkmıştır. Halka gözünü, gönlünü veya kulağını kapatan yönetimler uzun ömürlü olamazlar. Halkın hiçbir özlemi, hiçbir çağrısı karşılıksız kalmaz. Halka rağmen hiçbir iktidar ayakta duramaz. Devlet halk içindir, halkın varlığıyla, iradesiyle, desteğiyle anlam kazanır. Halkın haykırışına, son derece insani taleplerine kulak verin. Halktan gelen değişim arzusunu hiç tereddüt etmeden karşılayın. Demokrasi ve özgürlük bir ulufe değil, insani bir haktır.”
Yukarıda alıntıladığım cümleler, 844 gündür tutuklu olan Osman Kavala’ya ait değil. Bu cümleler, Gezi iddianamesi ile haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle dava açılan ve geçtiğimiz gün beraat eden dokuz kişiye de ait değil.
Bu cümleler Osman Kavala’yı ‘Gezi’yi karıştıran kişi’, Gezi’yi de ‘tıpkı askeri darbeler, muhtıralar, terör örgütlerinin saldırıları, FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi devleti, milleti hedef alan alçak bir saldırı’ olarak niteleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait.
2011 yılının şubat ayında Mısır’ın başkenti Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda toplanan kitleler arasında büyük bir coşku yaratan bu konuşma, Gezi davasındaki iddianameyi düzenleyen savcıların ABD’li yatırımcı George Soros ve Otpor gibi kişi ve kuruluşlar tarafından tezgahlanan bir komplo olarak nitelediği Arap Baharı hakkında, dönemin başbakanı Erdoğan tarafından yapılmıştı.
O gün bu iddianameyi yazan savcılar ile hiç de aynı kanaatte olmayan Erdoğan, halkın demokratik taleplerinin karşılanmasını nasihat ederken, bugün demokratik taleplerini ileri sürmüş insanların Gezi’deki eylemlerini ‘alçak bir saldırı’ olarak görmekte.
Şahsen hiçbirine itiraz etmeyeceğim ilk paragraftaki cümleler 2011 yılında Erdoğan tarafından değil de örneğin Osman Kavala tarafından sarf edilmiş olsaydı ne olurdu tahmin etmek güç değil. O günlerde Mısır eylemlerine koşa koşa giden, tüm Arap Baharı toplantılarında özgürlük ve demokrasi konuşmaları yapan, Tahrir’e çıkan sokakları ezbere bilenlerin yönettiği çukur medyası, bugün ‘Kavala’nın Arap Baharı övgüsü ortaya çıktı’ manşeti atarlardı herhalde.
Cumhurbaşkanı, Gezi davasındaki kararı manevra olarak değerlendiriyor. “Bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar” diyor. Bu Türkiye’de yargı diye bir şey olmadığının en yetkili ağızdan ilanıdır. “Adil ve bağımsız yargı” demiyorum bakın “Yargı” diyorum. Manevralar var, karşı manevralar var, ataklar kontrataklar… Hukuk bilgisi dışında vasfı olmayanların hayatını nasıl sürdüreceği bir soru tabii şu durumda, ne yapalım bu yaştan sonra komplo teorisyeni mi olalım? Hadi sembol ifadeyle hukukçular limon satar onurlu yaşarlar diyelim. Peki ya hayatı bir manevra alanına dönüştürülenler ne olacak? Kopyala yapıştır uyduruk iddianamelerle, kurmaca delillerle aylarını yıllarını tutuklu geçirenler? Müebbet hapis talebiyle yargılananlar? Son dakika kararları ile aynı suçtan tekrar tekrar tutuklananlar?
İnsanların hayatı kimsenin siyasi manevra alanı değildir. Hukuk kimsenin rövanşist emellerinin aracı değildir.
Ardından şöyle diyor cumhurbaşkanı: “İşine gelen yargının verdiği olumlu karara, ‘Yargı iyi karar verdi’ derken, işlerine gelmeyen karar için niçin yargıyı eleştirme yoluna gidiyorlar. Yargı bir kısmını tahliye etti, Kavala ile ilgili de bu kararı verdi. Saygı duymaları lazım.”
Kendisine yanlış bilgi verilmiş diye anlıyorum. Yargı bir kısmını tahliye etmiş, Kavala ile ilgili ise bu kararı vermiş değil, yargı herkesin beraatine karar verdi, Kavala’nın da tahliyesine, o iddianamenin hiç düzenlenmemiş olması, o yargılamanın hiç yapılmamış olması gerekirken. Ama birileri bu karardan pek mutsuz olunca yargının kendisini onları mutlu etmekle yükümlü hisseden ayağı harekete geçti ve iki buçuk yıldır tutuklu olan kişi ile ilgili yeni bir gözaltı kararı verdi, mutsuzların yüreğine su serpilsin diye!
2016’dan bu yana var olan ama ‘kuvvetli şüphe sebebi’ teşkil etmediğinden olsa gerek, Ekim 2019’da tahliye kararı verdikleri bir konu ile ilgili tekrar tutuklama ihtiyacı duymuşlar. Aynı deliller, aynı suçlamalar ile… Yani itiraz edenlerin itirazı, bu yargı olmayan yargının, şu yazarken bile her tarafından mantıksızlık akan ‘manevra’sınadır. Saygı duymalıyız öyle mi? Bir de ben anlatayım size bir insan hayatı üstünde ‘manevralar’ yapılmasını, hukukun hayatın hangi hakikatlerine karşılık geldiğini. Sonra saygıyı konuşuruz yine…
Reuters muhabiri Murad Sezer’in çektiği yukarıdaki fotoğraf, yakın hukuk tarihimiz konulu fotoğraf albümünde yer alması gereken fotoğraflardan biridir bana göre. İki kadının yüz ifadesi, sayfalar dolusu sözcük ile anlatamayacağımız kadar çok şey anlatıyor zira.
Sağda göreceğiniz kadın bir yıldır müebbet hapis talebiyle yargılanan ve fotoğrafın çekildiği gün verilen karar ile beraat eden film yapımcısı Çiğdem Mater solda göreceğiniz bu ülkenin yetiştirdiği çok kıymetli bir sosyal bilimci, onca öğrenci yetiştirmiş Profesör Ayşe Buğra, Osman Kavala’nın eşi.
Bu fotoğraftan birkaç saat önce neşe içinde beraat kararını kutluyorduk herkes gibi… Bu fotoğrafın çekilmesinden üç-beş dakika önce ise, 840 gündür tutuklu olan ve sonunda beraat eden Osman beyin Silivri Cezaevi’nden gelmesini bekliyorduk, hava soğuktu, biz sessizdik “Çok uzadı” dedik, “Olsun sonu iyi olsun yeter ki” dedik sonra… Yüzlerce insanın hep birlikte heyecanla beklediği sıralarda, Osman bey de sükunetle eşyalarını topluyordu muhtemelen, cezaevindeki arkadaşlarıyla vedalaşıyordu, infaz memurlarına tek tek her zamanki zarifliği ile teşekkür ediyordu… Öyle bir insan Osman bey, tanışmazdık biz ama yaptığı sivil toplum çalışmalarını bilirim yıllardır, hayatımda ilk kez Hrant Dink’in öldürüldüğü gece görmüşümdür, yüzündeki kederli ifadeyi asla unutmadım, bir sonraki görüşüm ise duruşma salonundadır, tutukluydu artık.
Aylardır da yargılanmasını izliyorum, hayatından günler, yıllar çalan yargıya halen “Teşekkür ederim” diyen biri mesela Osman bey ya da kendisi aylarca tutuklu kalmışken, insanların soğukta onun tahliyesini beklemesini dert edinen biri. Tekrar gözaltına alındığında cezaevinde beslediği salyangozun akıbetini düşünen ve avukatlara emanet eden biri.. Baktığınızda yüzünde iyilik gördüğünüz insanlardan Osman bey. Tutuklu kaldığı 840 gün boyunca asla nezaketini bozmayan, hep aynı feraset ve sükunetle konuşan…
Sigaralarımızın bittiği sıralarda haber düştü, bırakmamışlar… Nizamiyeye kadar getirmişler cezaevi aracıyla, beklediğimiz yere birkaç kilometre ötede durmuşlar, sonra kim bilir, bazı konuşmalar, son dakika yazılmış gözaltı talimatları. İki buçuk senedir tutuklu olan kişi hakkında yeterince delil toplanamamış da gözaltına alınması gerekmiş demek!
Eşinin iyi bir insan olduğunu anlatmak zorunda bırakılmış bir kadın, yüzlerce arkadaş, eş dost… Herkesin öylece donup kaldığı bir an. Osman bey gelemedi.
Haber geldiğinde Reuters muhabiri bir fotoğraf çekmiş, 839 gün 6 saatlik bekleyişin ardından Ayşe hanım eve dönerken, Osman beysiz. Fotoğraf her şeyi anlatıyor. O iki kadının yüzündeki ifade geçip giden şu günlerimizi özetliyor.
50 küsur yıl önce imzasız bir ihbar mektubu üstüne tutuklanan, sonra serbest bırakılan, ardından devletin ısrarı üstüne tekrar tutuklanan Orhan Kemal’in Fikret Otyam ile mektuplaşması geliyor hatırıma.
Şöyle diyor Otyam. “Biliyordum bir kurban gerektiğini, hem iyi biliyordum, ama bunun sen olacağın, olabileceğin aklıma bile gelmiyordu…Sonra serbest bırakıldığın haberi geldi. Ardından yeniden tutuklandığın. Akşam rakı içeyim dedim, gitmez boğazımdan.. Ne yemek, ne rakı. Uyuyayım dedim, zehir oldu hepsi.”
Orhan Kemal ise şu satırlarla cevap veriyor dostuna: “… Yer yer kendi halim içime dokundu, taştım ama asla kırgın, karamsar değilim. Orhan Kemal’in başına gelir böyle şeyler. Günler çok monoton olmakla beraber, geçiyor be.”
Hâsılı Osman bey daima güçlü duruyor ve bu adaletsizliğe boyun eğmiyor, demek ki neymiş aradan 60 yılda da geçse bu ülkede bazı iyi insanların başına halen benzer şeyler gelebiliyor ve hukuk tarihi, savcıları, hakimleri ve ‘manevraları’ değil bazı iyi insanların başına gelenleri anlatıyor…