GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
Sanatçının en yalnız kaldığı ve yalnızlaştırıldığı dönemlerden birini yaşadığımız şu günlerde, birçok sanatçı haftalardır karantina günlerini kedisiyle paylaşıyor. İşte Türkiyeli sanatçıların kedileriyle hikayeleri.
Onlardan ilham alarak resimler yapanlar, sergiler açanlar hatta onlar adına kitap çıkartanlar bile olmuş. Örneğin, Salvador Dali ve Babou, Matisse ve kedileri Minouche ve Coussi, Klimt ve Katz. Bu isimlerin her biri kedileriyle bütünleşmiş.
Sanatçı ve kedi örnekleri arasında en unutulmazı 50’lerde New York’ta küçük bir apartman dairesinde yaklaşık otuz kediyle yaşayan Andy Warhol. Warhol ve annesi Julia birlikte bir daireyi paylaşırken, Andy bir gün siyam cinsi Hester adlı dişi bir kedi evlat edinir, hemen arkasından erkek kedi olan meşhur Sam gelir ve Andy’nin kedilerle hikayesi onlar adına 190 bölümlük bir kitap yayımlamaya kadar uzanır. Bir diğer enteresan örnek ise bugün Pekin’deki evinde yaklaşık otuz kediyle birlikte yaşayan Ai Weiwei.
Tuğberk Selçuk
İki yaşında, Küçük adında bir sokak kedisi sahibi olan Tuğberk Selçuk şöyle anlatıyor: “Mardin Bienali dönüşünde uçak İstanbul’a indiğinde doktor arkadaşıma gelen bir telefonla Şişli Etfal CPR bölümünde bir anne kedinin iki yavruyu doğurduktan sonra terk ettiğini öğrendim. Biz de gelip alıyoruz dedik. Gittik aldık, kardeşini yaşatamadık maalesef ama Küçük aslan gibi. Huyu bebek gibi, hiç kötü niyetli bir hareketi olmaz. Ters düştüğümüz hiçbir konu yok.”
Karantina döneminde birlikte neler yaptıklarını sorduğumda, “Onun koltuğu ayrı, benim koltuğum ayrıdır. İkimiz de kendi koltuğumuzda oturuyoruz” diyor. Sanat konusuna gelince, “O performans sanatçısı, daha çok kırıp döküyor” cevabını veriyor. O size isim koysa ne koyardı diye sorduğumda “Sensin Küçük” diye cevap veriyor.
Genco Gülan
İki yaşında, Kiki adında sarman kedi sahibi olan Genco Gülan’ın Kiki ile yollarının kesişmesine köpeği Nina vesile olmuş: “Nina’yı pet otelden almaya gittiğimde pencerede beni o karşıladı. Nina ile çok iyi geçindiklerini öğrenince hemen sahiplenmeye karar verdim. Şahsına münhasır bir kedidir. Canı istemezse kendini sevdirmez, isterse de kucağımdan inmez. Sabah maması gecikirse gelip çalar saati yere atar, bizi uyandırır. Banyonun musluğunu patisiyle açıp taze su içmeyi sever”.
“Karantina, kendimi evcil hayvanlarımın yerine koymama yardımcı oldu. Evden dışarı çıkarlarken neler hissediyorlar artık çok daha iyi anlıyorum” diyen sanatçı, konu kedisinin sanat bakış açısına gelince “Ben çizim yapıp bitirince, Kiki gelir resme bakar. Beğenirse gelir resmin tam ortasına oturur” diyor ve ekliyor, “O bana isim koysaydı, Coco koyardı.”
Ahmet Güneştekin
Sokak hayvanlarıyla yakınlığının çocukluk yıllarına dayandığını söyleyen Ahmet Güneştekin, bunun önemini kedileriyle ilişkisini anlatarak ifade ediyor: “Batman’dayken annem ve babam evde köpek beslememe izin vermezlerdi. Şafii mezhebine bağlı oldukları için bunun haram olduğunu düşünüyorlardı. Ama sokakta birlikte oynadığım ve beslediğim köpekler vardı.
Kediler konusunda ise daha özgürdüm, sahiplendiğim kedilerim olmuştu hep. O yüzden kedi tutkusu benim için yeni bir şey değil.
1991 yılında İstanbul’a yerleştikten sonra da hem çalıştığım atölyelerde hem de sokakta beslediğim sokak hayvanları oldu. Onlara karşı ilgimi ve sevgimi hiç kaybetmedim.
Bugüne kadar yaşamıma dahil olan özel kedilerden bahsetmem gerekirse Şin ile başlamam gerekir anlatmaya. Şin Kürtçede mavi demek, gözleri mavi bir Van kedisi olduğu için ona Şin adını vermiştim. Dönüp baktığımda şunu fark ediyorum, birlikte yaşadığım kedilere verdiğim isimler ya bir renk oluyor ya sanatçı adı ya da eser adı. Şin’in söyle bir özelliği vardı; kedi olduğunu kabul etmez ve kendisini insan olarak görürdü. Yemek masasında mutlaka o da bir sandalyeye kurulur ve kendisini aileden gördüğü için onu kaldırmaya çalıştığınızda küserdi.
Köpeklerin aksine kediler emir almayı sevmez, başlarına buyruk hareket etmeyi sever. Fakat Şin’le aramızda farklı bir şey oluşmuştu, o beni dinlerdi, adeta bir insan gibi ne söylersem anlar ne istersem yapardı. Yakınlık kuracağı insanları da kendi seçerdi, çok zeki bir kediydi. Baba ve oğul arasındakine benzer bir sevgi oluştu aramızda zamanla. Ne yazık ki Şin üç yaşındayken çalındı ve onu bir daha bulamadım.
Daha sonra Pablo adında scottish bir yavru kedi sahiplendim. Avuç içi büyüklüğündeydi bana geldiğinde, onu ben büyüttüm, çok uysal ve ağır başlı, kendisini sevdiren bir kediydi. Laboratuvar üretimi olduğu için bir süre sonra doğuştan çok fazla hastalığı olduğunu anladım, kalp hastasıydı ve sürekli eklem ağrıları çekiyordu. Çok hassas bir kediydi. Dört yaşına kadar yaşatabildik onu, çok sayıda operasyon geçirmek zorunda kaldı, iyi veterinerlerin denetiminde olmasına rağmen zor bir yaşamı oldu. Hayatımın en büyük acılarından ve pişmanlıklarından biridir.
Pablo halen hayattayken yaşamımıza Mona girdi. Mona sarman cinsi bir sokak kedisi. Annesi sanat merkezimin karşı sokağında arabanın altında ezilmiş, yeni doğmuş kardeşleriyle birlikte annesiz kalmışlar, kardeşleri açlıktan ve susuzluktan ölmüş. Mona yaşam mücadelesi verirken kedilere olan sevgimi bilen bir komşumuz haber verdi. Mona’nın henüz gözleri bile açılmamıştı. İki haftalıkken sahiplendim ve veteriner desteği ile onu hayatta tuttum. Küçük biberonlarla zorlukla besledim onu, o da direndi yaşamak için. Zorlu bir süreçten sonra zayıf düşmesine rağmen hayatta kalabildi. Onun yaşamasında en büyük katkıyı Pablo’ya aittir. Artık üç kişilik bir aile olmuştuk. Benimle birlikte uyuyorlardı. Mona büyüdükçe inanılmaz derecede bana düşkün bir kedi oldu. Beni her şeyi olarak görmeye başladı.
Bir süre sonra kaybettiğim Şin’in özlemi çok ağır basmaya başladığında bir Van kedisi sahiplenmek istedim. Sonra hayatımıza Mona’ya kardeş olarak Lisa geldi. Böylece Mona Lisa oldular benim için. Lisa geldiğinde henüz 1.5 aylıktı. Mona ise 11 aylık olmuştu. Mona bana çok düşkün olduğu için Lisa’yı bir türlü kabullenemedi. Çok zorlu ve maceralı bir süreç başladı, iki kedinin savaşı diyebilirim bu sürece. Lisa’ya sert davranıyordu, ben de korumak için geceleri Lisa’yı odama alıyordum, Mona ve Pablo da salonda uyuyorlardı. Pablo ağırbaşlı bir kedi olduğundan durumu kolayca kabullendi ama aynı şey Mona için geçerli olmadı. O kabullenemedi. Hem bana küstü hem de fırsat buldukça Lisa’ya saldırmaya başladı. Bazen karşıma geçer ya ben ya o dercesine bakardı. Yirmi gün geçmişti, ben geri adım atmadım, Mona da geri adım atmadı. Mona evi terk ederek beni cezalandırmak istedi. Beş gün ortadan kayboldu, altıncı günde çok kötü bir halde sanat merkezinin kapısına dayandı, adeta pişmanlık duyarcasına. İçeriye aldık tabii, çok zayıflamıştı. Sokakta kaldığı süre boyunca sokak kedileri tarafından hırpalanmış. Dönüşünün ilk günde Lisa’ya hiç bulaşmadı. Çok kırgın bir şekilde yuvasına dönmüştü. İkinci gün benim farkında olmadığım zamanlarda gizli gizli Lisa’ya sert davranmaya başlamıştı. Üçüncü ve dördüncü gün açık açık daha da sert davranmaya başladı. Pablo ve ben onları ayırmaya çalışıyorduk, ama Lisa henüz çok küçük olduğu için onu koruyan tarafta olmak zorundaydım, o yüzden de aramıza sürekli bir itiş kakış başladı. Mona artık kucağıma gelip oturmuyordu, benim de Lisa’yı yok saymam mümkün değildi. Mona’nın duruma alışması gerekiyordu artık, bunu sağlamak için ikisine de eşit ilgi göstermeme rağmen Mona benimle barışmaya hiç yanaşmadı. Kendine özgü bir karakteri var Mona’nın. Kendince 10 günlük bir mücadele verdikten sonra yine evi terk etti. Bu defa bir hafta kadar sokakta kaldı ve bir haftanın sonunda tekrar kapıya dayandı, cezalandırmak için kapının açılmamasını istedim bir süre, sonra dayanamadım içeri aldım. Pişman olduğunu bir daha yapmayacağını söylüyor gibiydi. Çok perişan bir durumdaydı gerçekten de geldiğinde, sokak kedisiydi ama sokakta büyümediği için o hayata alışkın değildi. Genlerinde sokak yaşamına karşı bağışıklığı vardı belki ama orada büyümediği için çok zorluklar çektiği her halinden anlaşılıyordu. Bu dönüşünde bir hafta boyunca Lisa’ya hiç bulaşmadı. O hafta içinde benimle barıştı, kucağıma bir defa gelip oturdu. Ben de yanında Lisa’yı sevmemeye özen gösterdim küseceğini bildiğim için. Ve bir haftanın sonunda yavaş yavaş ve fırsatını buldukça Lisa’ya tekrar şiddet uygulamaya başladı. Diğer taraftan Lisa da büyüyordu, artık kendisini az çok savunabilecek duruma gelmişti. Pablo bu arada sürekli ikisini ayırmakla meşguldü. Bu konuda ben her zaman Pablo’ya güvenebileceğimi biliyordum. Kızdığımda Mona her ne yaramazlık yapıyorsa anında duruyordu, çünkü evi tekrar terk etme niyetinde değildi. Bu süreç yaklaşık bir ay devam etti. Aynı yerden mamalarını yemez, sıralarını beklerlerdi. Yine de güçlü ve kıdemli olduğu için öncelik her zaman Mona’daydı. Ayın sonuna doğru en şiddetli kavgalarını yaptılar ve Mona henüz ben gelmeden kendiliğinden evi terk etti, büyük bir suç işlediğini anlamıştı, çünkü bu sefer Lisa’ya zarar vermişti. Tam sekiz gün dışarda kaldı. Geri geldiğinde hiç tereddüt etmeden içeri aldık. Neredeyse bir insan gibi yaptığı hataların farkına varmış ve pişman olmuş bir halde döndü. Sokak yaşamı zordu tabii, Mona’nın durumu, sokaktaki kedilerin yaşam koşullarının zorluğunun da bir kanıtı. Birkaç hafta çok durgun ve sessiz bir dönem geçirdik, aynı ortamdayken benim görmemi sağlayacak şekilde Lisa’ya sokulmaya başladı, Lisa doğal olarak ona güvenmiyordu, ürkekti ve sürekli kaçma eğilimindeydi. Mona da bu duruma olumsuz bir tepki vermiyordu. Yaklaşık on gün sonra hayal ettiğim manzarayla karışlamıştım. Lisa ve Mona’yı birbirine sarılarak terasta uyurken gördüm. Bu beni ve elbette Pablo’yu çok mutlu etmişti. Çok iyi arkadaş olmuşlardı sonunda. İkisi de dişiydi ve beraber büyümemişlerse aynı cinslerin anlaşmaları zordur, buna rağmen müthiş bir arkadaşlık ve dostluk oluştu aralarında, artık birbirlerini temizleyip uyuyorlardı. Pablo bundan oldukça mutluydu ama Pablo’nun bu mutluluğu çok uzun süremedi. Dört yaşındayken kaybettik onu. Kronik rahatsızlıkları olduğunu biliyordum. Bir sabah geldiğimde Pablo’nun ölmüş olduğunu, Mona ve Lisa onun başında beklediğini gördüm. Benim ve sanat merkezinde çalışan arkadaşlarım için çok acı bir gündü. Böyle bir kaybın, bir evlat acısı kadar zor olduğunu ancak bir canlıyla birlikte büyüyen ya da onu sahiplenen biri anlayabilir.”
Karantina döneminde Lisa’nın hamilelik sürecinde olduğunu anlatan sanatçı, Mona’nın sokağa kaçma alışkanlığı olduğu için Mona’yı kısırlaştırmak zorunda kalmış: “Lisa bir yaşını doldurduğunda bir arkadaşımın kedisiyle çiftleştiler ve Lisa karantina dönemini hamile olarak geçirdi. Bu hafta doğum yaptı, beş tane çok sağlıklı yavrusu oldu. Şu anda kedilerim benim uğurlu rakamım olan yediye ulaştı. Doğuma bir hafta kala Lisa’yı eve götürdüm, doğum da evde gerçekleşti. Mona stüdyoda kalıyor ama sık sık onu görmeye gidiyorum. Tümüyle yalnız olduğunu düşünmesini istemedim ama Lisa’nın yokluğu biraz strese sokmuş gibi onu. Birbirlerine sevmeye başlamışlardı ve o da merak ediyor Lisa’yı. Yavrular büyüdüğünde bir araya gelecekler. O nedenle karantina dönemi kedilerimle birlikte geçiyor diyebilirim, şu anda yavruları büyütmeye çalışıyorum. Çalışmaya döndüğüm için Mona’yla stüdyoda bol bol vakit geçirebiliyorum. Mona iki yaşında oldu. Özellikle bu ara biraz yalnız kaldığı için iyice bana sarılmış durumda. Bir an olsun yanımdan ayrılmıyor.”
Konu sanata gelince Yaşar Kemal ile olan bir anısını paylaşıyor: “Sanata en düşkün olan Mona. Beni resim yaparken izler, çok da meraklıdır. Uzun süre odaklanarak çalışırken bana bakabiliyor. Aynı özellik Şin’de de vardı. O da beni saatlerce izler, atölyede yanımdan ayrılmazdı. Yaşar Kemal ile de çok iyi anlaşırlardı. İkisinin de Vanlı olmasından dolayıdır belki. Yaşar Kemal de resim yaparken beni izlemeyi çok severdi. Hayatımın en unutulmaz karelerinden biri, atölyemde resim yaparken Yaşar Kemal ve Şin’in aynı anda beni dikkatle izlediklerini fark ederek çalıştığım ana ait. Şin kendisini sevmesine izin vereceği insanları da seçerdi. Ertuğrul Özkök’ü çok severdi. Her karşılaşmalarında dudağını ve burnunu ona doğru uzatır, öpülmesine izin verirdi.”
O size isim koysa ne koyardı diye sorduğumdaysa, “Muhtemelen ebu hureyre derlerdi bana. Bazı dostlarım bana bu lakabı takmışlar. Kedilerin babası demekmiş. Kediler bir isim takmayacaklardır elbette ama beni baba olarak benimsedikleri ve bu duygularımız da karşılıklı olduğu için bu lakap çok yerinde olurdu” diyor.
Ebru Döşekçi
Minnoş adında 11 yaşında Chinchilla kedi sahibi olan Ebru Döşekçi, “Minnoş, Seçkin’in (eşi sanatçı Seçkin Pirim) bana doğum günü hediyesi. Boynunda kırmızı bir kurdele bağlayıp atölyeye getirmişti. Delirmiştim tabii” diye anlatıyor Minnoş ile ilk tanıştığı anı.
Minnoş’la ilişkisini ise şu sözlerle anlatıyor: “Sanırım herkes kendi kedisini özel bulur. Ben kendimi bildim bileli bizim evde kedi vardır. Hepsinin yeri ayrıdır ama Minnoş bambaşka. Sadece benim kucağıma gelir, sabahları mutlaka yalayarak beni uyandırır, evde ben neredeysem o da benim yanımdadır. Konuşursam cevap verir. Uyusa bile benim ondan bahsettiğimi anlar ve miyavlar. Ters düştüğümüz bir konu yok, yıllar içinde birbirimizi o kadar iyi anladık ki birbirimize göre şekillendik. Yine de çok mıncıklayınca ve dayanamayıp uykusunda öptüğümde sağlam bir pati yediğim zamanlar oluyor”.
Karantina süreci içinse “Minnoş sanırım bizden biraz bunaldı. Evde iki tane ergen erkek, bir de Seçkin. Sürekli bir hareket. Onun tüm özel alanları işgal edilmiş durumda. İkimiz baş başayken ondan mutlusu yok ama çocuklarla beni paylaşmaya dayanamıyor” diyor.
Minnoş’un sanat bakış açısını şöyle anlatıyor: “Bilgisayarda çalışamam, eğer masa üstünde ya da yerde bir şey yapıyorsam mümkün değil, gelir ortasına oturur. İlgi hep onda olmalı. Allahtan atölye var yoksa sanat kariyerimi çok fena baltalardı Minnoş. Evdeki sanat eserlerine karşı ise naziktir, koklar, sürtünür ve geçer. Yani iyi bir izleyici diyebiliriz ama yapım sürecine tahammülü yok”.
Minnoş size isim koysa ne koyardı diye sorduğumda, “Leavemealone (beni rahat bırak) koyabilirdi sanırım” cevabını veriyor.
Halil Vurucuoğlu
Bilge Bubbles Mıstıkoğlu adında enteresan bir isme sahip olan 10 aylık dişi sokak kedisi sahibi Halil Vurucuoğlu hikayesini anlatıyor: “Bilge’nin anneannesi Mıstık benim asıl kedimdi, yarı zamanlı atölyemde yarı zamanlı parkta yaşardı. Mıstık’in dört yavrusundan biri Bilge’nin annesi olan Aşkın’dı. Mıstık gidince Aşkın ve kardeşlerine atölyemde bakıyordum. Farklı zamanlarda üç kardeşi ölen Aşkın da dört kediye hamile kaldı. Bilge o yavrulardan biri. Onun da kardeşleri farklı zamanlarda öldü ve Bilge de ağır bir hastalık geçirdi. Bir ay kadar yoğun bakımda kaldıktan sonra iyileşince temelli olarak eve geldi. Biraz karışık ama hikayenin özeti bu”.
Karantina süreci şöyle anlatıyor: “Maalesef ki bu karantina sürecinde kızgınlık dönemine girdi ve yakın zamanda atlattığı ağır tedavi yüzünden bir süre daha kısırlaştıramayacağız. Öyle içli içli bağırarak gezinmeleri olacak ama şu günlerde sakin neyse ki. Ters düştüğümüz yegane konu ise kaktüsler. Kaktüslerle anlayamadığım bir derdi var, ya dişliyor ya da saksılarını deviriyor onun dışında genel olarak güzel huylu, sevimli bir kız Bilge. Evde olmak biraz Bilge’ye yaradı, ona göre birlikte çok zamanımızın olması daha çok oyun ve sevgi demek. Kızışmadığı ve uyumadığı zamanlarda devamlı beraberiz, koyu sohbetlerimiz oluyor. Oyun zamanları dışında uzanıp bir film açıyoruz veya camdan dışarı bakıp kuşları izliyoruz”.
Sanat konusunda Bilge için “Gelişmeleri merakla takip etse de gündem biraz başını döndürmüş gibi. Geçenlerde sanal sergiyi izlediği ekrana miyavlıyordu sonra da yalanıp uyudu. Kendisi daha çok interaktif ve tumturaklı işleri tercih etse de performans sanatına olan ilgisini asla gizlemiyor” diyor.
“O size ne isim koyardı” dediğimdeyse, “Buyurgan, meraklı ve sevimli yapısını düşündüğümde, bence bana Verver ismini koyar, öyle çağırırdı” yanıtını veriyor.
Yusuf Aygeç
Pablo adında altı yaşında siyah bir british shorthair sahibi olan Yusuf Aygeç, hikayesini anlatırken bir dipnot ile başlıyor: “Pablo’nun dördüncü sahibiyim. Ben sahip kelimesi yerine arkadaş kelimesini daha uygun görüyorum. Üçüncü sahibi yakın bir arkadaşım ve başka kedileri olduğu için ofisinde bakıyordu Pablo’ya. İşyeri olması sebebi ile de hırpalanıyordu çocuk biraz ve Pablo’nun babası Steve de ofise gelince kavgalar başlamış haliyle. Ben de o sırada aldım Pablo’yu, üç yaşındaydı. Biraz güven problemi vardı hiç kucağıma gelmiyordu sevdirirken bile tedirgindi, bana alışması yaklaşık bir yıl sürdü. Şimdi tam bir ‘Bro’. Biraz ters bir karaktere sahip kendisi. Britanya genlerinden geliyor sanırım ‘burnum yere düşse almam’ tripleri. Kendisi istediği zaman sevebilir, oynayabilir ve ilgilenebilirsiniz. Bu şahsına münhasır tarafı hoşuma gidiyor. Resim yaparken hiç rahatsız etmez uyurken yanıma yatmaz ama mutlaka aramızda bir metre mesafe olacak şekilde yakınlarımdadır. Yani sevdiğini göstermeyen ama o bağı hissettiren bir arkadaş kendisi”.
Karantina sürecini şu sözlerle anlatıyor: “İlk haftalar ‘senin ne işin var burada bu kadar uzun süre’ bakışları atsa da son zamanlarda özel alanlarımıza müdahale etmediğimiz için gayet seviyeli ve komik bir ilişkimiz var. Bolca zamanım olduğu için kuru mama harici kendim bazı püreler yaparak ıslak mama denemelerim oluyor ve bu karantina sürecini onun açısından daha katlanılır bir hale getiriyor sanırım. Ama yine de aksi huyuna gitmem gerekiyor”.
Pablo’nun sanatla ilişkisi hakkında “Yoğun boya kullandığım için Pablo biraz boya kokusundan rahatsız oluyor ve resimleri çok sevmiyor. Resim yaparken de genelde ya cam kenarında veya kapıdaki sinekliğin yanına gidiyor. Ama film izlemeyi çok seviyor.” diyor
Pablo size isim koysa ne koyardı diye sorduğumdaysa yanıtı “Bence ismimin yine Yusuf olarak kalmasını isterdi. Bunun sebebi de ben onun ismini değiştirmedim o yüzden bu konu da anlayış göstereceğini düşünüyorum” oluyor.