İpek Demirsu*
Yaşadığım şehir Verona’da geleneksel karnaval kutlamalarının en önemli günü 21 Şubat’ta binlerce kişi renkli kostümleri ve maskeleriyle sokaklara dökülmüştü. Her sene olduğu gibi biz de bu şenliği kutlamak için maskemizi kapıp kalabalığa karıştık. Karnaval geleneği, İtalya’daki zengin toplumsal kültürün coşkulu bir yansıması adeta.
Ertesi gün ilk corona virüsü vakaları duyurulmaya başladı. Kutlamalar dünyaca meşhur Venedik karnavalı dahil çeşitli şehirlerde teker teker iptal edildi. Gelenekleriyle gurur duyan İtalyanların haklı olarak keyfileri kaçmıştı. Fakat henüz hiçbirimiz yeterince endişelenmeye başlamamıştık.
İlk hafta şaşkınlık ve keşmekeşle geçti. Kimisi bunu sadece ağır atlatılan bir grip olarak gördü. Kimisi “Abartılacak bir şey yok, hayatımıza devam edeceğiz” dedi.
Halihazırda kırılgan olan İtalyan ekonomisi turizm sektörüne darbe alarak düşüşe geçerken, işletme sahipleri ‘özel tatil fırsatları’ ve ‘ücretsiz kokteyller’le turizmi diriltmeye çalışıyordu.
Verona’nın belediye başkanı şehir hayatını yeniden canlandırmak adına merkezdeki otoparkları ücretsiz yaptı. Sağ populist Lega partisinin lideri Matteo Salvini ise hiçbir şey yokmuş gibi İtalyan Alplerinden elinde kadehiyle ‘şerefe’ yapan selfie’ler paylaştı.
Bu sırada halkı “Korkmayın, sadece yaşlı ve kronik hastalar için tehlike teşkil ediyor” diye teskin etmeye kalkışanlar oldu. Sanki bu kategoriye giren insanlar toplumun bir parçası değilmişcesine. Hele ki İtalya’da, Avrupa’nın en yaşlı nüfusuna sahip, yaşlı bireylerin oldukça aktif bir yaşam sürdüğü ülkede…
İkinci hafta bambaşka bir gerçekliğe uyandık. Sayılar gittikçe artıyordu ve ne yaparsak yapalım bu artışın önünü alamıyorduk. Halk sağlığı konusunda oldukça yetkin olan İtalyan sağlık sistemi, tehlike çanlarını çalmaya başladı. Testler ücretsiz yapılıyordu ve hastalar sosyal devlet ilkesiyle çalışan sağlık hizmetlerinden kolaylıkla faydalanabiliyordu. Ancak yıllardır bütçesinde kesintiye uğrayan bu sektör daha önce görülmemiş bir durumla karşı karşıya iflas etmek üzereydi.
Biz içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini anlayıncaya kadar iş işten geçmişti. Toplumun belli bir kesimi halen alışkın oldukları rutinlerden feragat etmeye direniyordu. Sosyal bağların kuvvetli, sosyal hayatın her zaman cıvıl cıvıl olduğu İtalya’da, insanlar birden bire aile yemeklerinden, arkadaşlarla buluşmalarından, kahve arası sohbetlerden vazgeçemedi.
Bunlar İtalyan hayat tarzının vazgeçilmez parçası olmakla beraber, bu ülkeyi başkaları için de cazip kılan özelliklerdi. Benim gibi sevdiklerini geride bırakarak memleketinden göçmek durumunda olan ve sil baştan başlayan biri için İtalyan toplumunun sunduğu sosyalleşme rutinleri ve birlik duygusu büyük avantajdı.
Üçüncü hafta virüs bize öldürücü darbeyi vurdu. Bahsi geçen İtalyan yaşam tarzı ve onun sunduğu tüm güzellikler birden bire bizi salgına karşı zayıf kılmıştı. Yaşlıların aktif hayat sürdüğü, farklı insandan ülkelerin emekli olmak için geldiği bu güzel ülkede corona virüsü tam bir katliam demekti. Toplumsal ilişkilerin zengin olduğu İtalyan toplumunda, tecrit ve sosyal mesafe koymaya direnmek ölümcül sonuçlar doğurmuştu. Kendimiz için olmasa bile, hayatlarımızın dokunduğu çevremizdeki diğer insanlar için.
Aldığımız kararların ne tür sonuçlar doğurabileceğini idrak ettiğimizde salgın kontrolden çıkmıştı bile. Doktorlar ve hemşireler sabah akşam demeden zor koşullarda hayat kurtarmaya çalışıyorlardı. Liderlik vasıflarını bu süreçte kanıtlamayı başarmış başbakan Giuseppe Conte önderliğinde hükümetin aldığı seri kararlara rağmen, halk harekete geçip alışkanlıklarını değiştirmeyi başaramadı.
Salgın kendi kurallarını topluma dayatırken, bireylerin ayrıcalıklarını sorgulamalarına da sebep oldu. “Göçmenleri ülkemizde istemiyoruz”, “Limanları, sınırları kapatın” diyen sağcı kesim, birden bire başka ülkelerde kendilerini istenmeyen kişi pozisyonunda buldu. Komşu Avrupa ülkeleri sınırları İtalyanlara kapamaya başlarken, yurt dışında yaşayan İtalyan vatandaşları “Ülkenize geri dönün, buraya mikrop taşımayın” tarzı ırkçı tepkilere maruz kaldı. Zor yoldan da olsa insanlar, hayat tehdit eden koşullarda yaşamanın ne olduğunu, dışlanmanın ve ayrımcılığa uğramanın nasıl bir his olduğunu anladılar.
İktidarda geçirdiği kısa sürede mültecileri kurtarma operasyonu yürüten sivil toplum kuruluşlarını suç örgütü gibi göstermeye çalışan Lega partisi görevlileri, karşı karşıya kaldıkları tabloda bu kuruluşlarda gönüllü olarak çalışan doktorları yardıma çağırmaya mecbur kaldı. Sosyal medyada yarattığı polemikler üzerinden var olan sağ populist lider Matteo Salvini bile günlerdir ortalarda görünmüyordu. Vatanı, milleti, dini olmayan ‘görünmez’ bir düşman karşısında ‘biz’ ve ‘ötekiler’ ayrımı yapmanın imkansızlığı, populist söylemleri de bir nebze susturmuştu. Bunun yerini birlik ve dayanışma duygusu almıştı. Hem de aidiyet hissinin en çok yerel ve bölgesel bağlara dayandırıldığı, kuzeyle ve güneyin sürekli atıştığı bir ülkede.
Son günlerde ‘ben evdeyim’ sosyal kampanyası (#iostoacasa) sosyal medyayı sardı. İtalya’da yaşayan hepimiz üzerimize düşen sorumluluğun bilincine vardık. Sadece kendi güvenliğimiz için değil, toplumu paylaştığımız diğerleri, özellikle risk kategorisindeki bireylerin güvenliği ve en önemlisi bizi korumak adına kendi hayatlarını riske atan sağlık görevlileri için evde kalmalıydık. Uzaktan birlik ve dayanışma yaratmanın farklı yollarını bulduk: Balkona çıkıp tüm mahalle eşliğinde şarkı söylemek, gökkuşağı resimleri yapıp penceremize asarak birbirimizi her şeyin tekrar güzel olacağına dair teselli etmek, pencereden sarkıp hep birlikte bizim için göz kırpmadan çalışan doktor ve hemşireleri alkışlamak… Bireyselliği bir kenara bırakıp toplum olarak hareket etmeyi yeniden öğreniyoruz.
İnsanlık, vefa ve hakkaniyet gibi içinde bulunduğumuz zamanın gerektirdiği erdemler konusunda İtalyan toplumu zaten zengin bir toplumdu.
Diğer yandan farklı ülkelerin İtalya’da gittikçe kötüleşen duruma verdikleri tepkiler hepimizi şaşırttı. Almanya ve Fransa gibi ülkeler İtalya’nın yardım çağrılarını cevapsız bıraktıkları gibi, burada fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz tıbbi malzemelerin ihracatını da yasakladı. İtalya’nın AB daimi temsilcisi Maurizio Massari Avrupa Komisyonu’na tıbbi ekipman yardımı talebinde bulunduklarını, bu talebin diğer üye ülke yetkililerine iletildiğini, fakat hiçbir yanıt almadıklarını belirtti. Tek bir AB ülkesi bile İtalya’ya tıbbi yardımda bulunmazken, gereken yardım corona virüsünden en kötü etkilenen Çin’den geldi.
Ekonomik krizle cebelleşirken bir yandan mülteci krizini üstlenmekte yalnız bırakılmış İtalyan toplumu, özellikle kuzey Avrupa’nın kriz anında ne kadar bencil ve faydacı olabileceğinin fazlasıyla farkındaydı. Son yıllarda ister sağ populist Lega partisi olsun ister Conte’yi başbakanlık görevine getirmiş Movimento Cinque Stelle olsun, toplumda yaygınlaşmaya başlayan Avrupa şüpheciliğinin farkındaydı ve siyasi başarılarını da nitekim kısmen buna borçluydu. Kesin olan bir şey var ki İtalyanların AB’ye karşı besledikleri hayal kırıklığı önümüzdeki dönemde giderek artacak. Bu hayal kırıklığının nasıl bir siyasi yönelime tezahür edeceğini bize zaman gösterecek.
İstatistik tahminler bizi daha zor günlerin beklediğini söylüyor. Kendimizi daha da kötü günlere hazırlarken, haftalardır sayıları takip etmenin verdiği üzüntü ve endişeye gömülmüş haldeyiz. Türkiye de dahil olmak üzere farklı ülkeler bu küresel salgınla başa çıkabilmenin yöntemlerini sorguluyor. İtalya’daki deneyim bize kamu sağlığının, şeffaf ve güvenilir yönetimin, toplum olarak hareket edebilmenin ve de en önemlisi başkalarına karşı sorumluluk bilincinin önemini gösterdi. Her ülkenin önünde iki seçim var: Ya vatandaşlarının sağlığına ya da piyasa ekonomisine öncelik verecekler.
Alışkın olduğumuz hayat koşuşturmacasında daha önce bize hiç verilmemiş, evde geçirmemiz gereken bir zaman var elimizde. Bu zamanı sorgulamadan kabul ettiğimiz hayat tarzımıza, önceliklerimize, üretim ve tüketim alışkanlıklarımıza ve ortak insanlığımıza kafa yorarak geçiriyoruz.
Yarın yine uyanıp penceremi açacağım ve komşum beni selamlarken ikimiz de içimizden aynı şeyi geçireceğiz: “Bu gemide hep birlikteyiz. Bunu birlikte atlatacağız. Ve bir sabah uyandığımızda tekrar birlikte kahve içebileceğiz.”
*Veneto bölgesindeki Paduva Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde doktora öğrencisi.