Bütün devlet kurumlarını fiilen yöneten, iş dünyasını ve medyayı kontrol eden, yapılan son anayasa değişikliğiyle 2036 yılına kadar iş başında kalma garantisi elde etmiş olan bir siyasetçi Putin. Muhtemelen kendi adını Rus tarihine altın harflerle yazdıracak daha büyük başarılara imza atmasının vaktinin geldiğini düşünüyor. Ukrayna seferine bunun için çıktı. Malorus, Belorus ve Velikorus halklarını bir araya getirerek büyük Rus birliğini sağlamış lider olmak için.
Ne var ki bu büyük hedefe doğru yürüyebilmesi için gereken bazı şeyleri eksiltmiş olduğu anlaşılıyor geçen süreçte. Şahsi yönetimini tahkim etmek için kurumları işlevsizleştirdiği, yani otokrasiyi güçlendirmek için devleti zayıflattığı görülüyor. Savaşamayan ordu, doğru bilgi veremeyen istihbarat kurumları ortada. Diğerlerinin durumunu bilmiyoruz ama bunlar yeterli olsa gerek ne olduğunu anlamak için.
Bu kurumsuz otokrasinin karşısında bir de kurumlu demokrasilerin durumu var. ABD, İngiltere ve Almanya güçlü liderlere sahip ülkeler değil halihazırda. Buna rağmen her üç ülke de tarihi nitelikte kararlar aldı, çok sağlam bir duruş sergiledi bu süreçte. Daha Ukrayna’nın işgal hazırlıkları başladığında yaptığı çelişkili açıklamalarla tepki uyandıran Biden, hiç kimsenin ciddiye almadığı Johnson, henüz adı Merkel’in halefi diye zikredilen Scholz, gerektiğinde birçok riski de göze alarak, “Avrasya Ayısı”nı felç edecek adımlar atabildiler. Tabiri caizse güçlü liderlik kaybetti, zayıf liderlik kazandı bu süreçte.