MESUDE ERŞAN
mesudeersan@diken.com.tr
@mesudersan
Genetiği değiştirilmiş bitkilerle (GDO) pestisit kullanımının azalacağı vaadi ‘balon’dan ibaretmiş. Aksine GDO’lu tohumlarla üretilen türler, pestisitlerin kullanımını artırdı.
Oysa ki tohuma genetik müdahalelerin amacı, tarımda kimyasal kullanımı ve iş yükünü azaltmak, hasat verimini artırmaktı. Ancak beklendiği gibi olmadı. Aksine tüm maliyetleri artırdı.
Son yılların en yoğun pestisit tartışması, yabani bitki öldürücü glifosat üzerinden yürütülüyor. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (ARC) glifosatı, olası bir kanserojen olarak sınıflandırıyor.
Tarımda Kullanılan Zehirler Hakkında Gerçekler ve Rakamlar: Pestisit Atlası’na göre, GDO glifosat kullanımını frenlemedi.
Glifosat, yabani bitkilerde hayati aminoasitlerin üretimi için gerekli olan EPSPS enzimini engelliyor. Bu sayede metabolizma kesintiye uğruyor ve bitki ölüyor. Genetiği değiştirilen tohumlarla birleştirildiğinde ise etki daha da büyüyor. Çünkü yapılan genetik değişiklik, yabani bitkide glifosata karşı bir direncin gelişmesine neden oluyor. Böylece bitki glifosat püskürtülmesine rağmen aminoasit üretmeye devam ederek hayatta kalıyor.
Örneğin genetiği değiştirilmiş bir soya bitkisine, büyüme aşamasında glifosat püskürtüldüğünde onunla su, yer ve besin mücadelesine giren bütün diğer bitkiler ölüyor.
Tahılların genetiğiyle oynanmasından önceki dönemlerde, ekinlerle rekabet eden bu yabani bitkilerle mücadele ya çıkış öncesi herbisit (ot öldürücü) uygulamalarıyla ya münavebeli (ekim nöbeti) ekim yoluyla ya da çapalama yapılarak yürütülürdü.
GDO, glifosat kullanımı verimliliği artırmıyor
Halen dünya çapında ekilen soya fasulyesinin yüzde 74’ü genetik olarak değiştirilmiş durumda. 1995- 2014 arasında ABD tarımında glifosat kullanımı dokuz kat artarak yılda 113 bin tona, yani kullanılan herbisitlerin toplam tutarının üçte birine ulaştı. 2012-2016 arasında 120,6 milyon hektarlık alanda yaklaşık 127 bin ton glifosat kullanıldı. Bunun yaklaşık 96.4 bin tonu da glifosata dirençli soya, mısır ve pamuk alanlarına atıldı.
Yine dünya çapında glifosat kullanımı neredeyse 15 arttı. Kullanım 1995’te 51 bin tondu, 2014’te 747 bin tona yükseldi. Bu artış, Latin Amerika’da daha fazla genetiği değiştirilmiş soya ekilmesiyle doğrudan ilişkili. Glifosat Arjantin’e 1996’da girmiş. Bundan sonraki on yıl içinde kullanım miktarı ikiye katlandı. Brezilya’da ise soya ekiminde herbisit (özellikle glifosat) kullanımı 2002’den 2012’ye gelindiğinde üçe katlanarak yılda 230 bin tona ulaştı. Kullanılan herbisit miktarı artmasına rağmen hektar başına verim sadece yaklaşık yüzde 10 arttı. Böylece Çin ve ABD’den sonra Brezilya ve Arjantin, dünya genelinde en yüksek herbisit kullanan ülkeler arasına girdi.
Raporda, “Son yıllarda bir avuç şirket, yatırım ve satın almalar yoluyla, özellikle Küresel Güney’de tohum pazarını ele geçiriyor” deniyor.
Türkiye’de bakanlık ne kadar kullanıldığını gizliyor
Yine rapor, glifosat kullanımının Türkiye’de de geçtiğimiz 20 yıl boyunca sürekli arttığını aktarıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın geçmişte açıkladığı verilere göre 2001’de Türkiye genelinde kullanılan glifosat miktarı 305 ton. Bu değer 2013’de 15 kat artarak, 4 bin 500 ton civarına çıktı. 2018’de 8 bin tona çıkarak, 2001’e kıyasla yaklaşık 27 kat artış gösterdiği tahmin ediliyor. Raporda, “Tarım ve Orman Bakanlığı Türkiye tarımında kullanılan toplam glifosat miktarının ne kadar olduğuna dair soruları yanıtsız bırakıyor. Bu nedenle kullanım miktarı tam olarak bilinmiyor” deniyor.
Düzenli glifosat kullanımı yüzünden yabani bitkiler de bunların kullanımına uyum sağlayarak gitgide herbisite daha az duyarlı hale geliyorlar. Bugün artık glifosata tepki vermeyen 53 yabani bitki türü biliniyor. Bunlar arasında ABD’de pamuk ve soya kültürlerindeki üç metreye kadar uzayan amarant türlerinin yanı sıra birçok başka “sorunlu yabani ot” var. Bu gelişmeler üzerine glifosat gitgide daha sık ve daha yüksek dozlarla uygulanır oldu ve diğer herbisitlerin kullanımı da yoğunlaştı.
Maliyetleri kat kat artırdı
Genetik değişiklikle pestisit kullanımının azaltımını sağlamayı amaçlayan bir başka çalışma, bitkilerde böcek direncini genetik yolla artırmaktı. Böylece, bacillus thringiensis adlı bakteriden gen transferi yoluyla böcekler için zehirli Bt toksinleri olarak bilinen proteinlerin bitkilerde oluşumu amaçlanıyor. Hedef bu genetik değişiklikle daha az insektisit (böcek öldürücü) kullanmaktı. Şu anda küresel çapta ekilen genetiği değiştirilmiş bitkilerin yüzde 57’si böceklere karşı dirençli. Bunların başlıcaları pamuk ve mısır. Raporda, “Ne var ki bu şekilde bitkinin tüm kısımlarına nüfuz eden zehirli maddeler, bitki yetişme sürecinin tüm aşamalarına yayılarak çevre açısından olumsuz sonuçlara yol açarlar. Mesela kelebekler ve başka böcekler zarar görebilir. Üstelik zararlı böcekler de tıpkı soya ekimindeki yabani otlar gibi direnç geliştirirler” deniyor.
ABD’de birden fazla Bt toksinine karşı direnç geliştirmiş mısır kök kurdu örnekleri şimdiden var. Bt’li bitki ekimi başlangıçta gerçekten de kısa süreliğine daha az pestisit kullanımını sağladı. Ancak bunun uzun vadede kalıcı olmayabileceği anlaşıldı. Örneğin, ABD’de mısır ekiminde insektisit kullanımı önemli ölçülerde arttı. 2018’de Hintli çiftçiler, genetiği değiştirilmiş pamuğun 2002’de kullanılmaya başlanmasından önceki döneme göre insektisitlere hektar başına yüzde 37 daha fazla para harcadılar; üstüne üstlük tohum ve gübre maliyetleri de arttı.
Öte yandan dünya genelinde pestisit kullanımı azalacağı yerde artıyor. Yıllık tüketimi 4 milyon tona ulaştı. Pestisit, tarımda ekinlere ve bitkilere zarar verme potansiyeli bulunan haşereleri, yabani otları, böcekleri yok etmek ve kontrol altında tutmak için kullanılan kimyasal zehirler. Böcek öldürücüler (insektisit), ot öldürücüler (herbisit), mantar öldürücüler (fungusit) en sık kullanılan pestisit çeşitleri. Ancak bu tarım zehirleri, gıdalarda kalıntı bırakıyor. İyi yıkamak ya da kabuklarını soymak zehirden arındırmak için yetmiyor.