

BEHZAT ŞAHİN
Tam 30 yıl önce gazeteci olarak gelmiştim buralara. Sokaklarda ne asfalt, ne kaldırım… Mahalle polis ablukasında, her yer zırhlı araç, sokak girişlerinde de mahallelinin kurduğu barikatlar vardı. Her an yeni bir çatışmaya gebe…
Daha önce polis ateşiyle ölenler olmuştu. Dört kahvehane ve bir pastanenin taranmasıyla başlayan ‘olaylar’, İstanbul’un birçok yerine yayılmış, protesto gösterileri düzenlenmişti. Tarihe ‘Gazi Mahallesi olayları‘ diye geçen çatışmalarda kimi polis kurşunuyla 22 kişi öldürülmüştü.

Bugün meyhaneci olarak Vezneciler’den kalkan 38B ile 45 dakikada gittim Gazi’ye. Etrafı tanımak için iki durak önce indim. Gazi Mahallesi durağından bir sonraki durak, Gazi Polis Merkezi. Merkez tepede, duvarlarla çevrili.
Hatırladığım Gazi’den eser yok şimdi. Geniş asfalt caddeler, çok katlı apartmanlar, dükkânlar, kafeler, kahvehaneler… İstanbul’un çarpık gelişen diğer semtlerinden hiçbir farkı yok.
Gördüğüm meyhanelerin fotoğrafını çektim bir yandan da; belki oralara da uğrarım gelecekte. Karşı kaldırıma geçtiğimde, çay ocağı önünde oturan bir kişi “Resim çektin, sıkıntı mı var?” diye sordu. “Rakı içeceğim yer arıyorum” diye cevap verince gevşedik. Mahalleli gelen gideni gözlüyor anlaşılan.
Birkaç meyhane var, ben, buranın en eskisi diye bilinen Harman Restaurant’ı arıyorum, çok da zor olmadı bulmak. Durağa çok yakın. Gazi’nin ana caddesi İsmetpaşa’yı kesen 1417. Sokak’ın köşesi sayılır. Bir apartmanın altında, girişi sokak içinden.

Erkenden oturdum, havanın kararmasına çok var daha. Loş mekânda benden önce gelmiş bir kişi rakısını yudumluyor.

Kapı önünde telefonla konuşan sahibi, birazdan gelip istediğim yere oturabileceğimi söyledi. Girişin solundaki köşe masa, tam bana göre, tüm salona hâkim.
35’lik söyledim, meze seçmek için dolabın başına geçtim. Dolap karanlık, ışığı yanmıyor. Yaz olduğu için zaten meze sayısını da az tutmuşlar. Sıcakların çoğu tavuk ama et de var. Bolca da meyve.

Hepsinden yarımşar porsiyon isteyip donattım masayı. Arnavut ciğeri, haydari, patates salatası, yoğurtlu patlıcan kızartma, yoğurtlu semizotu. Hovardalığım tutmasa beş altı çeşit söylerim genellikle.

Ben daha ilk yudumu alırken köşedeki kişi de kalktı, kaldım tek başıma.
Beni buyur eden Ali beyle (Altıngül, 59) tanıştık bu arada. Tokat Zileli. 20 yıl önce ortağıyla açmış, o da bir-iki saate gelirmiş. 13 yaşında başlamış mesleğe.
“Komi olduk, garson olduk, hâlâ sürünüp gidiyoruz. Yorulduk, devredip çekileceğiz artık” dedi bıkkınlıkla.
Adını, köylerine duydukları özlemle Harman koymuşlar. Zaten aksesuvar olarak orak, yaba, kağnı minyatürü, yün çorap filan asılı. Suavi, Kemal Sunal, Neşet Ertaş, Aşık Veysel, Kıvırcık Ali, Muhlis Akarsu, Mustafa Kemal Atatürk, Levent Kırca, Mahsuni Şerif, İlyas Salman, Kâhtalı Mıçı, Zeki Alasya, Hüseyin Baradan, Müzeyyen Senar, Münir Özkul, Tarık Akan’ın çoğu siyah-beyaz portreleri de asılı. Tuvaletin girişinde bir küçük Mona Lisa reprodüksiyonu dahi vardı.
Tuvalet demişken, alaturka taşlı tek kabin, üstelik sifon yerine maşrapasıyla bir kova var. Ama temiz. Ya da o gün ilk kullanan bendim.
Arabasını dükkânın önüne park eden iki kişi kapıda karşılandı. Müdavimler. Yanımdaki masaya oturdular. Onlar gelince duvardaki vantilatör çalıştırıldı, tavan lambaları açıldı. Bankonun üstündeki televizyon ekranından çalınan Radyo 7 kanalı, yerini Ferhat Tunçların, Abdullah Papurların, Mahsuni Şeriflerin olduğu başka bir kanala bıraktı. Görüntü olarak da TRT Belgesel kanalı açık.

İçeri giren bir başka beyefendi daha elini yıkarken masasına 20’lik rakı ve haydarisi kondu bile.
Önümdeki masaya, müdavim olduğu anlaşılan iki kişi daha geldi. Hayli kilolu beyefendi iki sandalyeyi birleştirerek oturdu.
Dörder kişilik 11 masalı Harman’ın yarısı bir anda doldu bile.
İçeri giren gençten biri, ben dahil, herkesle tokalaştıktan sonra mutfağa geçti. Gençten dediysem, 16’sında. Adı Toprak. Pek sempatik. Diğer ortağın oğluymuş, yardıma gelmiş. Babası da birazdan gelirmiş.
Babası da gelince herkesle tokalaştı, ben dahil. Uğur bey (Gökçe, 52) 14’ünde imiş mesleğe başladığında. 35 yıldır mahalleli. Onda da var bıkkınlık. Dükkânı ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bu maliyetlerle daha ne kadar dayanırlar, bilmiyorlar.

Önümdeki kilolu beyefendi sandalyelerini kenara çekip sırtını duvara vererek yere oturdu. Yüz yüzeyiz artık. “Afiyet olsun” diye kadeh kaldırdım. Laflamaya başladık.

İki arkadaşı daha geldi masasına, 35’liğin üstüne bir de 70’lik açtırdılar. Vedalaşırken tanıştım diğer arkadaşlarıyla.

Serhat bey (Yemiş, 47) 1995’ten beri meyhane müdavimiymiş. PVC doğrama atölyesi var. Haftada en az üç-dört çıkar, her çıktığında da en az bir 70’lik içermiş. Erzincanlı. MHP’liymiş. Hem de bu mahallede! Sultangazi’den geliyormuş buraya.
Açıkça sordum, 360 kiloymuş. Dedesi de böyle kiloluymuş. “Genetik herhalde” diyor. Hakikaten, benim yediklerimden fazla bir şey de yemedi gözlemlediğim kadarıyla.
Ali bey, çıtır önerdi. Baktım Serhat bey de ondan yiyor, vardır bir bildiği. Tavuk yememe prensibimi burada da bozup söyledim bir porsiyon. Gerçekten tavsiye ettikleri kadar varmış, neyse ki arsızlık edip ikinciyi istemedim.

Herkes bu çevreden, ben uzaklardan. Yol da uzun. Malum, İETT hele bu semtlerde pek erkenci. Hesabı istedim. 1880 lira.
Fiyatları Uğur beyden aldım. Bira 125, 35’lik 1000 (gerçi bana bin 100 yazmışlar), mezeler 150, ara sıcak 150, patates közde 150, ızgara tavuk, kanat, çıtır 300-350 arası, kavurma ve et ızgara 500 lira. Öğlen başlayan servis geceyarısına kadar sürüyor. Haftanın ve yılın her günü açıklar.
Dışarda el ayak çekilmiş. 38’i yakaladım bu kez. Doğru Aksaray. Aksaray hâlâ cıvıl cıvıl.