H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema-Belgesel
insanatinart@gmail.com
Asıl mesele Covid-19 değilmiş!
Herkesin en büyük derdi ‘evde kalmak’. Sosyal medya yıkılıyor. Herkes birbirine ‘Evde zaman geçirmenin 10 etkili yolu’ mealinde akıllar veriyor. Evde zaman geçirirken yaşanan tuhaflıklarla ilgili komik videolar üretiliyor.
Evde oturmayı, ailemizle zaman geçirmeyi, çocuklarımızla kahvaltı etmeyi, eşimizle sohbet etmeyi unutmuşuz. Kitap okumayı, film izlemeyi, üzerine birlikte konuşmayı çoktan çıkartmışız hayatımızdan.
Düşünmeye de ihtiyacımız yokmuş. “Son bir aydır, üç aydır, bir yıldır ne yaptım, nasıl bir hayat yaşadım? Hayal ettiğim gibi bir insan olabildim mi? Kendim için, ailem için, toplum için iyi şeyler yapabildim mi?” Hiç bunları düşünmeye de ihtiyacımız yokmuş!
AVM’lerde koşturamadığımız, hafta sonu partilerine katılamadığımız, kredi kartlarımızla ihtiyacımız olsun ya da olmasın harcayamadığımız zamanlar oldukça büyük bir kitleye hiç iyi gelmedi. Oysa o eski Kızılderili hikayesinde olduğu gibi ruhlarımız gerçekten bedenlerimizin gerisinde kalmış, yorulmuştu.
Eğer gerçekten yeni bir dünya düzeni olacaksa, asıl soru yeni insanlar nasıl olacak?
Bir düzenin ana bileşenleri o düzenin içinde yer alan insanlar ve insanlıktır. İnsanlar ne olursa, yeni dünya düzeni de öyle olur.
O halde sanatın ve felsefenin insan için sorduğu soruyu sorma zamanı: “Hangi insan? İnsan niçin var ve nasıl yaşamalı? Doğru ve anlamlı bir hayat nedir?”
Nasıl olmalı insan; hümanist, vicdanlı, sevgiye ve birliğe inanan, insanın her türlü nesne ve yapıdan daha önemli olduğunun farkında olan, insanlığın en üst düzey üretiminin sanat ve bilim olduğunu benimsemiş, düşmanı üretmeye değil düşmanlığı ve sevgisizliği üreten nedenleri ortadan kaldırmaya istekli, karşılık elde edebilmek için değil gönülden verebilen… Bunların bir ütopya olduğunu bilerek, bu uğurda mücadele eden yeni bir insan getirecekse günler, bu acılara katlanmak kolaylaşır belki…
Yine de evde kalmaktan bunalmışlar için, yukarıdaki soruların yanıtlarını düşünmeye de destek verecek üç belgesel, üç de film önerimiz olacak sizlere; önce belgeseller…
‘Aptallık Çağı‘ ya da orijinal ismiyle ‘The Age of Stupid‘; insanlığın var olduğundan bu yana nereye doğru ilerlediğini farklı bir bakış açısıyla anlatan, yanlışlara nasıl doğruymuş gibi yaklaşarak kendimize yalan söylemeyi becerebildiğimizi, çoğunluğun duyarsızlığının sonuçlarını etkileyici görüntülerle dile getiren bir yapım. İzlemekle kalmayın, aynı evi paylaştığınız insanlarla üzerine konuşun, tadı artacaktır.
‘Search for Freedom’ ise son seksen yılın içinde hayatı değişik algılayanların, iç dinamiklerini ve motivasyonlarının kaynaklarını izleyenlerle paylaştıkları, büyük okyanus dalgalarından, muhteşem dağ zirvelerine, oradan kanyonlara uzanan görüntülerin birbirini izlediği bir belgesel. “Bu yaptığımız şeylerin vahşi kapitalist dünyada hiçbir değeri yoktu, o yüzden seçtik!” diyor, ömrünü kayalara tırmanmaya adamış bir insan… Kimsenin dağcılık ya da dalga sörfü yapma zorunluluğu yok, fakat herkesin kendi seçimini yapma özgürlüğü var.
‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları‘ bizden bir belgesel. Anadolu’nun Kars’tan İzmir’e uzanan, zengin müzik ve yaşam kültürünü bize tekrar anımsatan olağanüstü sesler, türküler ve güzel insanlarla dolu görüntüler, zamanın nasıl geçtiğini unutmamızı sağlarken sorular sorduruyor. Biz bu güler yüzlü bilgeliği nasıl unuttuk? “Yüzyılların verdiği erozyonla kültürler aşınmış, ortada pek bir şey kalmamış ama insanların dillerinde, türkülerinde, manilerinde, masallarında bunlar yaşıyor. Evler çürümüş, kaleler yıkılmış fakat insanlar yıkılmamış, kendi kültürlerini dilden dile aktarmışlar…” Böyle diyor Anadolu’nun Kayıp Şarkıları…
Sıra geldi filmlere… Önerilerimiz en son, en yeni, henüz gösterime girmemişler değil. Tüketip unutmaktan çok hatırlamaya ihtiyacımız olan bugünlerde, belki biraz da gözümüzden kaçmış olabilecek filmlerden bir seçki yaptık.
‘The Company Men’ medeni olmasa da çağdaş dünyanın o çok iyi tanınan kurumsal hayatının içinde bir zaman dilimine ışık tutan, izlemesi kolay ve akıp giden, fakat sorgulamaya ve yüzleşmeye çok açık bir film. Oyunun kurallarının, cephelerin nasıl hızla değişebileceğini, gerçekten kalıcı ve anlamlı olanın ne olduğunu düşündürüyor. Bir soru daha var: “Kuralı koyan kim?”
‘Binlerce Kez İyi Geceler‘ savaş muhabiri bir annenin öyküsünü, abartıya kaçmadan yazılmış bir senaryo içinde, hem ulusların savaşlarını hem de mikro düzeyde bireylerin varoluş savaşlarını, etkili ve koşut bir sinema diliyle anlatıyor. Bizleri yine bir anlam arayışı yolculuğuna çıkartıyor. Başrolünde ise üzerine aldığı her karakteri birkaç kez büyüten usta oyuncu Juliette Binoche var.
Son Filmimiz ‘Mr Morgan’s Last Love‘ ise yaşamının son çeyreğindeki bir insanın gözünden, hayat dediğimiz büyülü yolculukla, kendi öyküsü yüzleşmeyi anlatıyor. Hızlı takip sahneleri, lüks araçlar, patlayan binalar, iç içe geçmiş suç öyküleri yok filmde, ancak her haliyle insanlık halleri var. Bize çok şey göstermeye hazır… Biz görmeye hazır mıyız?
Seçkimizi özellikle yavaş fakat rahat izlenecek öneriler üzerine kurduk. Seyrederken derin derin nefes egzersizi yapmak mümkün. Sonra sorularınızı bir kağıda yazın. “Ben nereye, ailem nereye, insanlar nereye doğru gidiyor?” Sıralamayı sakın değiştirmeyin. Çünkü ‘ben’ doğru yere gitmezse, ‘biz’in yolunu bulma şansı yok!