
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Müzik
Sokaklar…
Hayat kalabalık.
İş yerleri kibirli ve kaypak…
İnsanlar korktuğu için saldırgan, saldırdığı için güvensiz.
Eski bir dosta sığınıp ruhunu temizleme zamanı…
Neyse ki onu bir kitapçıda satılan, kapağında soluk resminin yer 1996’da çıkarılan cd’siyle tanıdım. Bir hevesle alıp sonra arkalara atmıştım bu eski müziği… Ne zaman ki Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarını tanımaya başladım; bizim de Seyyan Hanım’la bitmez sohbetlerimiz başladı.
Seyyan Hanım bugünleri yaşasa yüreği katlanır mıydı?
Bu nobranlık, had bilmezlik, terbiye yoksunluğu, ihtiram fakirliği, dil fukaralığı, görünür olma bezirganlığını; teğmen Sait Oskay beye, Sarıkamış’ın sonsuza kadar beyaz kalacakmış gibi duran gecelerinde nasıl anlatırdı?
Belki hikâyeye mübadele yıllarından, Mustafa Kemal’in özel kuryesi olup bir suikastta öldürülen babasından başlardı.
Ya Necip Celal bey?
İstinye sırtlarından karşı kıyılara bakarken Necdet Rüştü Efe’nin sözlerini gözünde yaşlarla notlara döken o kıymetli besteci, bugün değerleriyle yaşamaya çalışan insanları, ‘eski bir budala’ya bakar gibi müstehzi gülüşlerle süzen, yufka inceliğindeki beyinleri gördüğünde, gözyaşlarını silip gülümser miydi?
Seyyan Hanım 1932’de plağa okudu. Soğuk bir şubat günüydü yine… 5 Şubat. ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır’. Plağa okunan ilk Türk tangosuydu ve bunu seslendiren ilk kadın sanatçıydı. İlk kez 17 yaşında sahneye çıktığı Kadıköy Opereti’nde parlayan yıldızı, bir kez daha parlamıştı.
Böylece neredeyse ll. Mahmut, ama en çok ll. Meşrutiyet’ten bu yana cazband tarafında baloz’larda çalınan tango, Türk tangosu olarak kayda alınmış, art arda gelen bestecilerle ‘Türk Tangosu’ olarak bahsedilecek bir müzik türü ortaya çıkmıştı.
Plaklar Feriköy’deki fabrikada basıldı. Gramofon olan evlerde çalmaya başladı.
İbrişim kuşağını beline dolayan dedeler ve elindeki danteli yavaş yavaş işleyen büyükhanımlar, gözlüklerinin üzerinden bu yeni alafranga müzikleri biraz da ayıplar gibi bakıyorlardı.
Her zaman olduğu gibi müzik toplumsal dönüşümün en önemli habercisiydi bakmayı bilen gözlere…
Sokak çetelerinin neden arttığı ya da toplumun nasıl mütevekkil ve mutlu olduğunu anlamak için yalnızca istatistiklere değil; sokağın dinlediği müziğe kulak vermek gerekir.
Eğer konser salonları dışında müzik dinleyemiyorsanız halâ, toplumun asıl meselesini anlamakta biraz zorlanacaksınız!
Hiç gramofonu olmamış bir ailenin çocuklarının evinde büyümenin… İki merdivenle inilen taşlık, üç ahşap (tahta değil) merdivenle çıkılan sofanın… Cumbalı aile odasına açılan çift kanatlı bir kapı ve ortada yanan mangalın eskilik değil yaşanmışlık olduğunu kavramak zamanınızı alacaktır. Alafranga bir hayata geçtiğimizde, apartmana çıktık. Salonda gramofon… Sahibinin Sesi markalı plakta foxtrot…
Güney Amerika’nın köle Afrikalıları da özgürlüğünü kazandığında ve tekrar köle olmamak korkusuyla başka bir hayata geçtiğinde Buenos Aires’in işçi gettolarının, Avrupalı göçmenlerinin oturduğu kozmopolit mahallelere taşındılar. Tango o sokaklarda, kadın erkek birlikte gidilen, tutkulu aşkların yaşandığı barlarda doğdu. Özgürlüğün çığlığı ile fakirliğin utancını bastıran ses aynı notalarda buluştu.
Avrupa’da önce yine bir liman kenti Marsilya’ya ve oradan Paris’e taşındı. Paris’in aristokrat kültür kutupları, bu yeni müzik ve dansa dudak bükerken sömürge ticareti ve sermaye birikimiyle yeni-zengin kültürüne sahip orta sınıf, tangoya pek hevesli bir biçimde sarıldı. Dönem belle époque dönemiydi.
Modanın başkenti Paris, dansın da modasını belirliyordu. 1907’den itibaren bu tangoydu!
1920’lerin sonuna doğru Türkiye’ye geldi. Cumhuriyet balolarının aranan dans müziği oldu.
Üstelik Amerika’dan İngiltere’ye her ülke kendi tangosunu yaratıyordu. Fransa’nın yazlık kıyılarından tango plaklarıyla dönen İngilizler 1915’lerde çay ve tango partileri düzenliyor, bu partilerin adabı muaşeretiyle ilgili kitaplar basıyorlardı.
Necip Celal bey, Yeşilçam’ın Kuvayı Milliye filmlerinden aşina olduğunuz ‘İzmir Marşı’nın bestecisi; sonsuza kadar kaybettiği Alman sevgilisi için o gece oturmuş, Necdet Rüştü Efe beyin yazdığı sözleri notlara dökmüştür.
Ben de gönül çektim eskiden
Yandı hayatım bu sevgiden
Anladım ki bir aşka bedel
Gençliğimmiş elimden giden
Tango ve ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır’ eseri yalnızca bir aşk ve dans ezgisi değil, erken dönem Cumhuriyet ikonografisinin bir kısmının hikâyesidir aynı zamanda.
Üstyapınız müstehzi bir biçimde dudak kıvırsa da altyapınız ya bu hikâyeyi anlamanızı sağlar ya da sığ sularda yunmaya devam etme mahrumiyetinde yaşayıp gidersiniz.
Kar geliyor!
Seyyan Hanım’la sohbet zamanı da…