HÜLYA KİRMANOĞLU*
Üniversitenin siyasi ve ekonomik erkten özerkliği için mücadele veren taraf yine hiç dikkate alınmadı.
Sandık tabii ki demokrasinin tek ölçüsü değildir, ama olmazsa olmazıdır. Eğer bu gereği bile yerine getiremezseniz diğer ölçüleri uygulayacağınıza kimseyi inandıramazsınız. Kendi iktidarınızı sandığa dayanarak meşrulaştırırken, hiçbir özerk alan tanımayan total bir iktidar kurmaya çalışmak bu meşruiyeti de sorgulatmaz mı?
‘Yasal’ ama haklı ve adil mi?
Nasıl bir üniversite istiyoruz arayışına demokratik, özerk, katılımcı gibi kamusal yanı ağır basan nitelikler yükleyen kesimler ile rekabet, esneklik, çeşitlilik gibi piyasacı yanı ağır basan nitelikler yükleyen kesimler arasında süregiden tartışma fiiliyatta pek de adil yürümüyor. Çünkü iktidar ve sermaye ikinci kesimin elinde olduğu için, kural tanımaz bir şekilde üniversiteyi ‘yönetiyor.’
Bunun en son örneğini, öğretim üyelerinin oylarıyla birinci seçilen rektörün keyfi bir şekilde ikinci sıraya yerleştirilmesi ve ardından gelen adayın cumhurbaşkanı tarafından atanmasıyla İstanbul Üniversite’sinde gördük. Bu sonucun ‘yasal’ olduğu ve zaten yıllardır böyle uygulandığı, haklı ve adil olduğuna dair yeterli bir argüman oluşturmuyor; hele ki bu iktidar bu haksızlıkların mağduriyeti nüvesinden doğmuş ve büyümüşken.
Şirket ve müşteri mantığı
Aslında bu sıra değişimi keyfi değil, tam da nasıl bir üniversite tasavvur edildiğiyle ilgili.
Birçok kamusal mülkiyet ve kamusal hizmet alanının pervasızca piyasalara açıldığı küresel kapitalist çağda, üniversite, ürettiği yüksek öğretim ve araştırma/projeleme hizmetlerinin yeniden tanımlandığı bir alan. Avrupa üniversitelerindeki şekliyle, bu piyasalaştırma bürokratik bir piyasalaştırma ve üniversiteyi bir takım kurallarla piyasalara bağlayan, bunu yaparken ulus üstü (Bologna süreci gibi) bürokratik kuralları da kullanan bir yapı içinde çalışıyor.
Bu çerçevede amacı, üniversiteyi bir tür şirket haline getirerek kaynakları ‘özerk’ kullanan yöneticiler tarafından bir yandan uluslararası piyasalarda rekabet gücü sağlamak ve diğer yandan ‘müşteri’ öğrencileri memnun etmek. Bu amaçla, güvencesiz akademik kadroları kullanmak ve onları nicel performans ölçülerine dayalı kotalarla ‘projelere’ bağlamak ve piyasanın değer vermediği akademik disiplin programlarını kapatmak maliyetleri en aza indirecek yollar.
Bu üniversite modelinde yerel özerklik önemli, yani merkezi hükümet yerine yerel güçler bürokratik ve mali fonksiyonları yerine getiriyor.
Şeffaflık ve hesap verilebilirlik
Dünyada üniversitenin nereye çekilmek istendiğini konumlandırabilmek ve Türkiye’deki durumu buna göre değerlendirebilmek için, birincisi piyasa/devlet ekseni, ikincisi yerel özerklik/merkezileşme ekseni olan bir koordinat sistemi düşünürsek, dünyada gelinen nokta daha çok piyasa yönelimi ve yerel özerklik uçlarına karşılık geliyor gibi durmakta.
Bu modelin en önemli iki unsuru şeffaflık ve hesap verilebilirlik. Bu durum da aslında kendi içinde tutarlı. Piyasa gibi ‘etkinlik’ idealine ancak desantralize işlerse ulaşabilecek şekilde tasavvur edilen bir kurumun, bir piyasa ajanı gibi tasarlanan ‘üniversite’yi de böyle şekillendirmesi şaşırtıcı olmaz.
Ahbap-çavuş kapitalizmi
Türkiye’deki duruma gelirsek, her yönüyle amorf bir yapıyı gösteriyor. Bir yanda seçim yapılıyor ama diğer yanda cumhurbaşkanı YÖK aracılığıyla kendi istediği adayı atıyor ve bunu hangi kritere göre yaptığı da açıklanmıyor. Ama siyasi tercihlere göre belirlendiğini herkes biliyor.
Bu sonuç üniversitenin gerçekten piyasanın istediği şekilde çalıştırılmasını garantileyen bir sonuç değil ama bünyeye uygun tam bir ahbap-çavuş kapitalizmi durumu. Gerçek anlamda ne şeffaflık ne de hesap verme var ortada.
Üniversitelerde demokratik, özerk, katılımcı bir yönetim isteyenler, üretimlerinin piyasa değil kamu hizmeti olması gerektiği üzerinde duruyorlar ki bu, üniversitenin özerk olurken yani idari ve akademik düzeyde kendi kendini yönetirken, mali düzeyde kamusal kaynaklara dayanması demek. Mali özerklik kimilerince kendi kaynaklarını kendisinin bulması olarak anlaşılsa da, üniversitenin ürettiği hizmetler kamu hizmeti niteliğinde olduğu sürece finansmanının da vergilerle olması normal.
Özgür ve hakça ortam
Burada mali özerklik, üniversiteye, ihtiyacı olan kaynakları (bu ihtiyaç öğrenci ve araştırmacı/teknik donanım miktarı ve konuları ile orantılı bir şekilde ve objektif olarak saptanabilir) verip üniversitenin bunları kendi iç düzenlemeleriyle kullanmasını sağlamak. Burada tabii ki iç ve dış denetim mekanizmalarının çalışması çok önemli, ancak bunların tamamen bağımsız ve akademik kriterleri objektif olarak uygulayacak kurullar tarafından yapılması gerekir.
Bir kere piyasa mantığından çıktıktan sonra, eğitim ve araştırma faaliyetlerinin nasıl en iyi yapılacağı, en fazla toplumsal faydanın nasıl sağlanacağı, bu işi sadece meslek olarak değil bir yaşam tarzı olarak benimsemiş, yani yaşamlarını düşünme, okuma, yazmayla sürdüren akademisyenler tarafından zaten bulunacaktır; yeter ki bu dinamizmi yaratacak özgür ve hakça ortam sağlansın.
* İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi