Türkiye’nin en parlak üniversitelerinden Boğaziçi, halka açmak uğruna kimi hoca ve öğrencilerine kapatılmıştı.
Dün de ülkenin göz bebeklerinden İstanbul Üniversitesinin halka açıldığını okudum. Beyazıt’taki tarihi kampüsü başta, tüm kampüsleri gezilebilecek. Hem de hafta içleri, yani ders günleri sabahtan akşama.
Görmedik, demesin kimse. Bunu da gördük.
Rektör Prof. Osman Bülent Zülfikar’ın iki gerekçesi var. Bir, dünya artık ‘duvarsız üniversite’ konseptine dönüyormuş. İkincisi de başörtülüler, 28 Şubat Süreci’nde okula sokulmuyordu ya… Yasakçılığın yıl dönümünde kapalı kampüsü halka açmak, özgürlükçülükmüş.
Vizyoner Rektör, halkçılık motivasyonuyla kararı şöyle savunuyor:
“Üniversitenin kapısı, parmaklıklarla kapalı olamaz. Bu acı bir şeydir. Üniversite, öğrencilerini nasıl böyle bir imajla karşılar? 28 Şubat’lardan kalan o kötü izlerin, karanlık günlerin ülkemize yakışmadığını düşünüyoruz. Ülke halkıyla, insanıyla bir bütündür. Üniversiteli ve üniversitesiz ayrımını doğru bulmadığımız için bu kapılar herkese açık…”
Okumuş-okumamış ayrımını doğru bulmayan bir üniversite rektörü, tek eksiğimizdi.
Halkın öcü elitlerden, mutlu azınlıktan, okumuş seçkinlerden zaten gereğince alınmıştı.
TÜİK verilerine göre, okudukça gelir dağılımından aldığınız pay azalıyordu zaten. Okumuşların payı düşerken okumamışlarınki de artıyor…
Hatta halk iktidarı, halkın düne dek önünde ceket iliklediği doktoru dövebilmesi zannediliyordu.
Bütün renkler boyanmıştı ama fıstık yeşili kalmış, o da tamam oldu. Başarısından dolayı halkın Rektör’ünü kutlarım.