Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Yalnızlığın karşılığı mahremiyet mi? Yalnız yaşamak demek entim alanlara çekilmek mi? Bu ayrım bizi “yalnızlık” ve “mahremiyet” arasındaki farkı düşünmeye götürüyor.
Mahremiyet, kendimize ait bir alan, bir koruma çemberidir. Bu alan içinde bir süreliğine yalnız kalmak, bize zihinsel rahatlama, toparlanma, derinleşme sağlar. Ancak bu süre uzadığında, bu mahremiyet kendi içine kapanmış bir izolasyona da dönüşebilir. Soyutlanma arzusuna yönelik yalnızlık bir ara verme hâli sayılabilir.
Yalnızlık ne mutlak bir iyilik ne de kaçınılması gereken bir kötülüktür. Olumlu ya da olumsuz olma yerine daha çok bir “aralık” hâlidir diyebiliriz. Bir yandan kendini yeniden inşa etme, diğer yandan toplumdan koruyucu bir mesafe alma ama aynı zamanda tam bir kopuşa da izin vermeyen geçici bir konum. Yalnızlık, bazı zamanlar kendilik bilincinin kristalleştiği bir alan, bazı zamanlar ise sosyal gerçeklikten kopmanın getirdiği bir çözülme alanı olabilir. Bu da onu hem bir imkân hem bir risk hâline getirir.
Psikolojik gereksinim olarak yalnızlık ise modern yaşamın yükleri, hız, gürültü, performans baskısı altında bir savunma refleksi olarak ortaya çıkar. Bu, bir tür zihinsel detoks olarak da okunabilir. Yalnız kalmak, kendini restore etme imkanıdır… İyi de insan ne ölçüde yalnız kalabilir? Tüm bu yaklaşımları değerlendirdiğinde insanın zihni hiçbir zaman tam anlamıyla yalnız kalmaz düşüncesine varmak zor olmaz. Bilinç, sürekli geçmiş, başkaları ve olasılıklar üzerinden işlemiş bir yapıdır. Yani, yalnızlık gerçekleşmesi mümkün olmayan bir arzudur. Tam da bu yüzden belki de, yalnızlık insanın kendilik yanılsamasının bir parçasıdır. Yalnız olduğumuza inanmak, biricikliğimizi onaylamak gibi.