Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Trump’ın BM genel kurulunda yaptığı konuşmayı hepimiz ağzımız açık dinledik. Konuşmasının başında -daha önce benzeri görülmemiş şekilde- 195 ülkenin temsilcilerine kendi iç siyasetinin propagandasını yaptı.
ABD dışındaki ülkelerin dünya barışı için hiçbir şey yapmadığını ileri sürdü. BM’ye yüklendi. Gazze’de bir ateşkese ulaşılması için çalıştığını ancak Hamas’ın bu anlaşmayı kabul etmediğini iddia etti.
ABD’nin başındaki kişinin psikolojisinin hiç normal olmadığı, megaloman ve narsist kişilik belirtileri gösterdiği ortada. Ne var ki etrafındakiler de liderleriyle aynı tornadan çıkmış kişiler hep.
Marco Rubio önceki gün ne siyasi nezaketle ne de diplomasi gelenekleriyle bağdaşmayan laflar söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adını zikrederek… “Bir şey istediklerinde Beyaz Saray’a geliyorlar… ABD Başkanı ile beş dakika görüşebilmek için yalvarıyorlar” dedi.
ABD Dışişleri Bakanı’nın hakaretlerine hak ettiği şekilde cevap verilmedi maalesef. “Ağzımızın tadı bozulmasın” diye düşünüldü muhtemelen.
Diyeceksiniz ki dünyanın çoğunluğu da böyle yapıyor. Trump ve ekibinin densizlikleri karşısında alttan almayı veya sessiz kalmayı veya duymazdan gelmeyi tercih ediyor. Kimileri de karşılarındaki megaloman adamı idare etmek için suyuna gitmeyi, hatta pohpohlamayı siyasi yöntem olarak benimsemiş görünüyorlar.
Ne var ki Trump’ı pohpohlayarak dış politikadaki hedeflere ulaşmanın doğru bir yöntem olmadığını şimdiye kadar olup bitenlerden anlamış olmalıydık. Anlayanlar da yok değil zaten.
Çünkü bugün siyah dediğine yarın pekala beyaz diyebilme ihtimali olan bir adam var karşımızda. Güvenilmez bir muhatap. Esen rüzgara göre her an yönünü değiştirebilecek biri.