Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Gazetecilik bu ülkede tehlikeli meslek. Saldırılar sokaktan da geliyor, polisten, validen ve iktidar sahiplerinden de.
Gazeteci ve belgeselci Hakan Tosun’un, İstanbul’da, sokak ortasında dövülerek öldürülmesiyle sarsıldık geçen hafta. Bu üzücü cinayetin nasıl ve neden işlendiği hâlâ muamma. Çete operasyonlarını, trafik cezalarını bile “Gereği yapıldı” diye bizzat açıklayan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, açıklama yapmadı; arkadaşlarımızın bu cinayete ilişkin sorularını yanıtlamaktan da kaçındı. Polisin sokaklarda güvenliği sağlayamamasının, soruşturmayı da doğru düzgün yürütmemesinin sorumluluğunu almadı üzerine.
Ama fail yakınları, olayı araştıran Halk TV muhabiri Umut Taştan’ı tehdit edebildi. Tam da bugünlerde bir de meslektaşlarımız Şule Aydın ve Murat Ağırel’in tehdit edildiği haberi geldi.
Gazetecilik, Iğdır’da, İHA muhabiri Sebahattin Yum’un, Vali Ercan Turan’ın şikâyeti üzerine gözaltına alınmasıyla da baskıyla karşılaştı. Valinin gerekçesi de Yum’un haberinin “halkı yanıltıcı” nitelikte olduydu. Oysa gaziler yağmur altında ıslanırken Vali Turan’a şemsiye tutulduğu fotoğrafla kanıtlı.
Üstelik Yum’un gözaltına alındığını haber yapan gazeteci Ercan Tunç da gözaltına alındı! Gazetecinin gözaltına alınmasını haber yapan gazetecinin de gözaltına alınmasının nasıl bir hukuki dayanağı olabilir ki? Despotik, keyfi biçimde basın ve ifade özgürlüğüne saldırı bu…
Iğdır’daki bu saldırı, yerel gazetecilerin ne kadar zor koşullar altında çalıştıklarını gösteriyor. Yerel otoriteler, gazetecilerin amiri gibi davranabiliyor. Ama onların amiri durumundaki Bakan Yerlikaya, bu olaya dair de susmayı yeğliyor…