Ortadoğu’da Hamas’ın İsrail’e saldırılarıyla başlayan çatışma, Türkiye’de çok farklı kesimlerden, farklı tepkilere neden oldu.
Türkiye’nin muhafazakârları ile solcuları, belki de çok uzun bir süreden sonra ilk kez aynı noktada buluştular. Siyasi kanadın en sağında yer alan, kendini “muhafazakâr” olarak ifade eden partiler de, en soldakiler de, çatışmalara İsrail’in Filistin halkına yönelik yıllardır süren tecrit, ötekileştirme, hatta ırkçı politikaları üzerinden yaklaştılar. Elbette bu yaklaşımda haklılık payı büyük. Ancak Ortadoğu’da hiçbir şeyin olmadığı gibi, İsrail-Filistin meselesinin de “siyah-beyaz” gibi yorumlanması mümkün değil.
Gazze’deki direniş, Türkiye’deki sol kesimin 1970’li yıllardan hatırladığı, laik ve Filistin milliyetçisi el Fetih çizgisinden çok uzaklaşıp, “Hamas” özelinde dünyaya “ümmet” üzerinden bakan aşırı dinci bir yapıya evrildi. Özellikle Gazze’de kendisini sol çizgide gören, laik örgütlenmeler küçüldü, marjinal hale geldi.
Batı Şeria’da El Fetih ise direnişi bırakıp, İsrail’le uzlaşma yolunu seçti. Ancak bu yol da, bir yandan İsrail’in izlediği bitmek bilmeyen tecrit ve Filistin kontrolündeki toprakları küçültme politikaları, diğer yandan El Fetih liderlerinin karıştıkları yolsuzluklar nedeniyle, Filistin halkının çıkarına olmaktan çıktı. Filistin halkı, Gazze’deki İslamcı Hamas militanlığı ile Batı Şeria’daki -deyim yerindeyse- “işbirlikçi” yolsuz yönetim anlayışı arasında sıkıştı kaldı.
Filistin davasına Müslüman dünyadaki bakış da zaman içinde değişti; Artık Arap ülkeleri Filistin meselesine ne “ümmet”, ne “Arap davası” gözlüğüyle bakıyor. Bunun en çarpıcı kanıtı, İsrail’e Hamas’ın büyük bir saldırıya hazırlandığını haber verenin, kendini “Arap dünyasının liderlerinden” sayan Mısır’ın istihbaratı olması.