MURAT SEVİNÇ
Meslektaşlarımız Esra Mungan, Kıvanç Ersoy ve Muzaffer Kaya, tutuklu!
Şah iken şahbaz olan Türkiye’de fanatik bir iktidar (ve devlet!) yandaşı ile sıradan ‘diyalog’ ne yazık ki bu yazının başlığı düzeyinde artık. Ne yazarsanız yazın, hangi yolu denerseniz deneyin, saptamanız ne denli somut, açık ve doğru olursa olsun, tutkulu yandaşlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Yalnızca maaşa bağlanmış trollerden, havuzdaki zibidilerden vs. değil, sıradan yani ‘bedava/gönüllü’ fanatiklerden de söz ediyorum.
Bu ‘hâl’in doğal sonucu otoriterleşme, otoriterleşmenin üç beş adım sonrası faşizm ve tabii kötü yola düşmüş siyasal hareketlerin alâmeti farikası, okumuş insana duyulan kızgınlık/nefret. Memleketin muhalif yazar çizerine yönelen öfkenin toplumsal tabanı da hayli verimli.
Milli eğitiminin tornasından geçmiş yurttaş kesimlerinin, düşünceleriyle ‘rahatsızlık’ veren her kimse ona tepki duyması olağan. Bunun için veriliyor zaten o eğitim. Yurttaşın kafası karışmasın, sorgulamasın, soru sormasın diye. Her şeyin anlatıldığı ve hiçbir şeyin ‘kazandırılmadığı’ o kayıp eğitim yıllarında…
Yurttaşı, ‘okumuş’a düşman etme yolunda başvurulan klişeler ise malum. Toplumuna yabancılaşmış, halkın dilinden anlamayan, burnu büyük, kibirli, elit, Boğaz’da viski içen aydınlar!
Türkiye o hale geldi ki özne ve yüklem uyumu olan cümle kurabilen biri, ‘elit’ denilerek küçümsenmeye çalışılıyor. Ne kadar okumazsan o kadar iyi, ne kadar bilmez ve sorgulamazsan o ölçüde değerli…
Makbul olan, bilmek ya da bilmeye çalışmak değil, muktedir olanın beklentisine yanıt vermek. Bir masaya bakıp ‘Bu bir masadır’ diyorsunuz ve onun masa olduğuna inanmak istemeyenler tarafından linç ediliyorsunuz. Masanın masa oluşunun hiçbir önemi yok!
Allah ıslah etsin!
Dündar/Gül hakkında verilen AYM kararı ardından yaşananlara bakın. 2007’de AKP için anayasa taslağı hazırlayan ekibin başındaki Ergun Özbudun dâhil olmak üzere adı sanı bilinen tüm hukukçuların takdir ettiği o kararı verenler, konu hakkında hiçbir fikri olmayanlarca hedef gösterildi. Sövenlerin derdi, gerçeğin/hukukun gereğinin ne olduğu değil. Mesele, AYM üyelerine sövmenin kendi kamuoylarında bulacağı ‘sakil’ karşılık.
Ya da güneydoğu illerinde olanlar. OHAL dahi ilan etme gereği duymadan neler yapılıyor… Devlete ‘meşruiyet’ini kazandıran hukuku, Anayasa’yı, insan haklarını hatırlatmaya kalktığınız anda, saldırıya uğruyorsunuz. En iyi niyetlisi, ‘orada zor koşullarda mücadele eden güvenlik güçleri’nden dem vuruyor. Sanki güvenlik güçleri güç koşullarda hukuk ihlali yapabilirmiş gibi.
Örneğin bu satırların yazarı, sürekli derse girip öğrenciyle uğraşmaktan fena halde bunaldığı bir anda, sınıfta öğrencilerinin üzerine yürüyüp onları yerlerde sürüklemeye kalkabilir mi? Ya da tahtaya garip örgüt isimleri yazıp yüzünü kapatarak çektirdiği tehditkâr fotoğrafları sosyal medyada paylaşabilir mi?
Güneydoğudan gelen insancıl herhangi bir sese kulak verdiğiniz anda, vatan haini köpeksiniz… Çünkü vatan, hakareti ve tehdidi kendinde hak gören o nohut kafalı tosuncukların tapulu malı! ‘Müzakere ve barış olsun’ demek ihanet/terörist destekçiliği, bilgisayar başında çayını içerken ‘Hepsini gebertelim’ satırlarını yazmak, vatanseverlik… Allah ıslah etsin!
Daha yakıcı, tehlikeli ne olabilir?
İmzacı akademisyenlere yönelik tepki ve ifadelerini alan polislerin sorularını da, nefes almakta zorlandığımız bu atmosfer içinde düşünmeli. Sizce, küfür kıyamet imzacı avına çıkanların kaçı o metni okumuştur? Ya da şöyle soralım: Türkiye’de o uzunluktaki bir yazıyı, yaşamı boyunca okumamış kaç yurttaş vardır?
Mesela kapılara çarpı atan ya da tehdit/ihbar etme neşesiyle davranan irili ufaklı faşistler, metnin içeriğinden tam olarak haberdar mıdır? Kuşkusuz, hayır.
İmzacılardan nefret etmek için o metni ya da başkaca bir şeyi ‘bilmeye’ gereksinimleri yok. Kurtlar Vadisi, yaklaşık 13 yıldır en çok izlenen dizilerden biri Türkiye’de. Okuyan ve okuduğunu hakkıyla kavrayan bir ‘ortalama’nın yaşadığı toprakta böyle bir şey mümkün mü? Kutsanan ve teşvik edilen bir ‘bilgisizlik’, kendisine benzemeyenden nefret, peşi sıra kibir ve özgüven… Cehaletin çıktısı olan ‘özgüven patlaması’ ile ‘pervasızlığın’ birleşmesinden daha yakıcı, tehlikeli ne olabilir?
‘Akıl almazlık’ değil, ‘hukuk almazlık’
Geçen hafta karşılaştığımız, ‘akademisyenlere yöneltilen 14 soru’ başlıklı haber de, üç akademisyenin tutuklanması da, söz konusu tehlikeli birleşimin sonucu. Birkaç dil bilen, yazıp çizen, öğrenci eğiten insanları ‘çağırıp’ onlara çoğu Anayasa’ya aykırı ve suç türetmeye yönelik soruları yönelten polis ya da savcı değil; onların böyle davranabilmesine izin verip teşvik eden koşullar. Zamanın ruhu. Bu arada, ‘O soruların hiç biri Anayasa’ya aykırı değil’ diyebilecek tek bir anayasacı varsa Türkiye’de, buyursun yazsın bakalım!
Soruların çoğunun ve tutuklama gerekçelerinin ‘akıl almazlığı’ndan değil, ‘hukuk almazlığı’ndan söz ediyorum burada. İşin ‘akıl’ kısmı beni ilgilendirmiyor, olan var olmayan var. Buna mukabil ‘hukuka aykırılık’ meselesi hayati. Uzatmamak için, soruların niteliği ve hukuka/anayasaya aykırılıkları konusunu bir başka yazıya bırakıyorum. Şimdilik Ali Topuz’un nefis hukuksal değerlendirmesini buraya eklemekle yetineyim.
Muhalif yazarların hedef gösterilmesi, sosyal medyada linç edilmeleri, hakarete uğramaları, aklı başında her bir soru ve yorumun edep dışı yorumlar ve sövgüyle karşılanması, kimi yazarların köşelerinden açık tehditler savurabilecek ölçüde pervasızlaşması, cehaletin kutsanıp okumuş düşmanlığı yapılması ve üniversite çalışanlarına o soruların sorulabilmesi, üç meslektaşımızın tutuklanması…
Aklı başında insanları, akademisyenleri ayağına çağırıp ‘Pişman mısın’, ‘Okuyup anladın mı?’ sorularını yöneltmek! Bu hakkı kendinde görmek. Ardından tutuklamak. Yıllardır Türkiye’de ders veren İngiliz akademisyenin çantasından çıkan ‘yasal bir partinin’ davetiyelerini bahane ederek, sınır dışı etmek…
Hepsini topladığınızda…
Düşünce insanlarını tutuklayıp özgürlüğünden mahrum ettiğinizde, onların düşüncesini değiştirmiyorsunuz. Yalnızca tutuklamış ve özgürlüklerinden mahrum etmiş oluyorsunuz. Hepsi bu. Bir akademisyene ‘vatan haini’ ya da ‘terör destekçisi’ denildiğinde de, vatan haini ve terörist olmuyor. Her ikisini de olmak, pek o kadar kolay iş değil. Hukukta, ‘Bence o kişi terörist, ben öyle uygun gördüm’ gibi bir ‘yorum’ türü yok.
Son olarak… Akademisyenler ‘Anayasa ve AYM kararlarına aykırı gerekçelerle’ tutuklandıkları için çok mutlu olan, şehvetli yazılar döşenip arsız başlıklar atan ‘ücretliler’in hepsini topladığınızda bir Esra Mungan, bir Kıvanç Ersoy ve bir Muzaffer Kaya etmiyor. Etmediklerinin farkındalar. Dizginleyemedikleri nefretleri, bu yüzden…