EDA DOĞANÇAY
Mevcut toplumsal düzende yanlış gittiğini düşündüğü her şeye karşı itirazını yüksek sesle dillendiren, bireyi özgürlük hayalinden alıkoyan çaresizliğini göstererek okuru uyandıran ve belki de bu çaresizlik kadar kuvvetli bir mücadelenin hayalini kuran bir yazar Hüseyin Kıran.
‘Gecedegiden’, ‘Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır’, ‘Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’ adlı romanlarından tanıdığımız Kıran’la kendi çaresizliğiyle baş etmesini sağlayan ilk romanı ‘Resul’ün etrafında iktidar, özgürlük, direniş, yenilgi, öfke ve umut üzerine konuştuk.
‘Resul bir kaçış kahramanı’
Bir birey olarak yaşamaktan birçok açıdan çok zorlanan ve bundan kaçmak isteyen biri Resul. Resul karakteri nasıl bir yol gösteriyor bize?
Ben Resul’ün bir karakter olduğunu düşünmüyorum. Karakter çok daha derli toplu bir varlık değil mi? Resul derli toplu bir varoluş sürdürebilen bir insan değil. Resul dünyanın başına gelen biri değil, dünya onun başına gelen tiplerden daha çok. Dünyaya maruz kalan, dünyanın ezip geçtiği biri.
Resul’ün tarihsel olarak belirli bir anlamı var. Edirne F Tipi Cezaevi’nin çok ağır tecrit koşullarına bir tepki olarak başladı diyebilirim. Sadece tecritten ibaret değildi orada insanlara yapılanlar. İnsan haklarına aykırı birçok başka uygulamayla karşı karşıya kaldık. İki yıl sürdü bu durum.
Resul bir anlamda başımıza gelenlerin kristalize edilmiş halidir. Örneğin Resul’ün bir sağlık kurumuna gidip kan verdiği bir sahne var. Sağlık kurumuna gittiğimizde başımıza gelenlerden sorumlu olmadığımız tuhaf bir hale düşüyoruz. Basit bir işlem için gittiğimizde bile, bambaşka ellere düşüp, bambaşka insanların iradesine teslim olup, bambaşka birtakım süreçlerin nesnesine dönüşüyoruz bir anda. Sağlık sektörünün bütün çalışanları senin yeni iktidarın olmaya başlıyor. Bugüne kadar karşılaşmadığın bir sürü şeyle karşılaşıyorsun o anda. Bunlar aslında çok gündelik pratikler.
Ama kitap özelinde konuşacak olursak asıl mesele Resul’ün tüm bu olup bitene verdiği tepki. Aslında Resul bunlara belirgin tepkiler veremiyor. Daha çok kaçarak, kendi içine dönerek bir tepki gösteriyor. İçine dönerek derken kastettiğim, kendi iç dünyasına değil; devamlı bir kaçış çizgisi oluşturmaya çalışarak uzaklaşmak. Büyük makinenin dışına çıkarak yeni bir hat yaratmaya çalışıyor. Ama bu bilinçli değil, tepkisel, içgüdüsel, ilkel düzeyde bir kaçış.
Sel Yayınları tarafından yeniden basıldıktan sonra Resul’ü tekrar okudum. Resul karakterinin aslında ne kadar politik bir karakter olduğunu, kendisine yapılanlara nasıl politik bir bağlamda cevap verdiğini, tüm bunlarla kendi politikalarını yeniden üretmeye çalışarak nasıl baş etmeye çalıştığını gördüm. Politikanın da bugün iktidara gelme mücadelesi olarak değil de, tam da iktidardan uzaklaşma, onun işleyen mekanizmalarının dışına çıkma etkinliği olması gerektiğini bana yeniden hatırlattı Resul.
Resul’ün yaptığı kendi alternatif yaşam alanlarını oluşturmak. Kendi düşünce kalıplarının içinde saklanıyor. Çağrıya icabet ettiği Daire’nin kendisinden uzaklaşmaya çalışıyor. Maruz kaldığı her şeyin dışına çıkmaya ve kendisini bir güvenlik alanı içinde tutmaya çalışıyor. Resul bir kaçış ‘kahramanı.’
Resul’ün ve aslında sizin temel meseleniz özgürlük. İktidar ve özgürlük nasıl tanımlanıyor sizce romanlarınızda?
Özgürlük sorununu biz bugünkü insan olma biçimiyle ve bu altyapı üzerinden tartışıyoruz. İnsan olma altyapısı, kültürel altyapı, entelektüel altyapı, kendi algımızın, bilincimizin altyapısı. Halbuki, bunun mümkün olabilmesi için yeni bir toplumsal ortam, dolayısıyla yeni bir insan olma hali gerekiyor. Buna isterseniz yeni bir varlık olma biçimi de diyebilirsiniz. Çünkü eski insanın gerçekten geride kalacağı bir dönem bu. Bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Çünkü tarihsel olarak bakıldığında, insanın yeni kültürel aşamalara ulaşmada çok esnek olduğunu görüyoruz. İki yüzyıl önce içten yanmalı motoru keşfediyoruz. Bugün Mars’a araç gönderiyoruz. Bu çok büyük bir sıçramadır aslında. Dolayısıyla yeni bir kopuş mümkün bana kalırsa. Ama çok kesin tarifler vermek mümkün değil. Çünkü yeni insan olma biçiminin ve bu yeni insanın oluşturacağı yeni toplumsallaşma biçiminin ne olacağının önü çok açık. Yeni ve yüksek varlıklarla birlikte yeni bir özgürlük formu ortaya koyabiliriz. İş ki insan denen tür buna mecbur kalsın, eskisi gibi yaşayamaz hale gelsin.
Bütün büyük dönüşümler, toplumlar eskisi gibi yaşayamaz hale geldiğinde ortaya çıkıyor. Bu gerçekleştiğinde politik olarak yeni talepler öne sürebiliriz. Yeni politik taleplerimiz anlamlı olsa da, ancak eski sistemin kendini tasfiye ettiği durumlarda yeni toplumsal aşamalara geçebildiğimizi unutmamalıyız.
İktidarın temelinde başkası üzerinde tahakküm kurarak kendi güvenlik alanını yaratmak var. Bundan çıkmak, bireylerin tamamen kendilerini güvende hissedebileceği, başkaları üzerinde tahakküm kurma ihtiyacı duymayacağı o farklı toplumsal koşula ulaşmakla mümkün olabilir gibi geliyor.
Romanlarınızda yeni ifade kalıpları yaratıyorsunuz. Yeni dili, günümüzün yeni insan gereksinimine bağlayabilir miyiz?
Hangisinin hangisini yaratacağından emin değilim. Çünkü bu ancak diyalektik olarak oluşabilir. Yeni insan modelini oluşturacak şey, yeni bir dil değil bence. Dil türev bir şeydir. Bir ihtiyaçtan doğmuş, muhtemelen de avlanırken ortaya çıkmış. Avlanırken iletişim kurmak, grup halinde hareket etmek ihtiyacından doğmuş. Avlanmak dediğimiz şey de türün devamlılığıyla ilgili. Can güvenliğimizle ilgili. Seslenmelerle, o seslenmelerin belli bir anlama gelmesiyle ilgili.
Dil bence başkalarına seslenmek üzerine kurulmuştur ve her seslenmede, başkalarını etkileme, dönüştürme rolü de vardır. Dil gerçekten birbirimizin üzerinden iktidar kurmamızın en önemli gereçlerindendir. Yeni bir toplumsal süreci, yeni bir insan olma biçimini başlatacak şeyse yeni ekonomik ilişkilerdir. İnsanlar temelde ekonomik ilişkiler etrafında örgütleniyor. ‘Dil insan üretmeyecek, yeni bir insan yeni bir dil üretecek’ şeklinde bir kavrayışa daha yakınım.
‘İyi mağdurlar değil, sadece iktidara gelememiş sıradan insanlarız’
Bugünkü toplumu iktidar odakları ve ona muhalefet eden güçler olarak mı okumalıyız? Yoksa tüm bunların merkezindeki insan mıdır her durumda ben ve öteki’yi yaratan?
Bir iktidar ve onun yönettiği insanlar var bu dünyada. Ama iktidar el koyulmuş bir şeydir; askeri gerekçelerle el koyarsınız, devlet aygıtlarını ele geçirerek ya da devlet aygıtının ele geçirme sürecinin meşru kanallarını kullanarak el koyarsınız, medya kanallarıyla, kültür süreçlerini örgütleyerek el koyarsınız. Ve iktidar aygıtını kendi adınıza kurduktan sonra da bunu sürdürürsünüz. Ama buradaki sorun bu insanların hasta ruhlu olması kadar basit bir açıklamayla geçiştirilemez. Çünkü temeldeki itki güvenlikle ilgili. Güçlü olmak, herkesten daha güçlü olmak seni en güvenli yerde tutar. Bu insan olma biçimimizin temel belirtilerinden bir tanesi ve buna müdahale etmenin yöntemleri üzerine kafa yormalıyız.
Örneğin, ‘Proletarya iktidara gelecek ve iktidar artık sönümlenecek’ gibi bir düşünce olmasa gerek artık. Burjuvazide çalışan kuvvetlerin kendisi proletaryayı oluşturan tek tek bireylerde de mevcut. Sadece imkanları yok. Aynı enerjiler sende de çalışıyor ve sen dara geldiğinde bu enerjileri uyguluyorsun. Dolayısıyla biz iyi mağdurlar değiliz, sadece iktidara gelememiş sıradan insanlarız. İktidardakiler de kötü zalimler değil, sadece iktidara gelme fırsatı bulmuş sıradan insanlar. İnsan olmanın tabiatına ilişkin bir şey bu.
‘Devletin en zalim yüzünün göründüğü yerlerden biri cezaevleri’
Bilinçten kurtulmak için başkalarının bedenlerinde onların zihninden bakarak yaşamaya çalışıyor Resul. İnsan evrimini düşündüğümüzde bizi şu anda bulunduğumuz noktaya getiren de bilinç aslında. Belki de insanın kapasitesi budur diye umutsuzluğa düştüğünüz oluyor mu hiç?
Resul’ü çalışırken şöyle bir duygu vardı bende: Daha ne yapılıyor bize? Başımıza daha neler geliyor? Tüm bunlardan çıkmanın bir çaresi var mı? Mümkün mü? Nereye gidebiliriz?
Dolayısıyla önüme gelen her şeyle bir anlamda bu düzeyde oynadım, bunlara müdahale etmeye çalıştım. Bilinç insan açısından çok merkezi bir kavram. Bir de beden. Aslında ayrı bir bilincimiz veya ayrı bir bedenimiz yok. Sadece bedensel bir varlığız. Bu bedensel varlığın düşünme eylemi bilinç. Dolayısıyla bilinçten kurtulmak, bedenden kurtulmak, bunlar bize verili olarak geldiği için bir sorun. Çünkü sosyal varlıklarız. Dokunmayla, koklamayla, seslenmeyle bir bütünüz biz. Dolayısıyla bunların hepsinden kurtulmanın bir imkanı var mı?
Resul de bir deneme gibi, öyle düşünün. Çünkü kendi algımın bir ürünüydü o. Başıma gelen şey çok fazlaydı. İnsanlar ölüyor, kendilerini yakıyor, açlık grevleri yapıyorlar… Devletin en zalim yüzünün göründüğü yerlerden biri cezaevleri. O dönem öyleydi, her zaman olduğunu iddia etmiyorum. Buna maruz kalmak, bununla baş etmeye çalışmak bir yerden sonra yapılabilir bir şey olmaktan çıkıyor. Kendini öldürmek gibi bir çıkış da mümkün değil. O zaman bununla nasıl baş edebilirsiniz? Kendi bilincinizden, bedeninizden dışarı çıkmanın yolları var mıdır? Bunlar sorulardır aslında. Bulunmuş yanıtlar değildir. Resul her şeyin yanıtı değildir. Daha çok düşünmeye çalışmaktır bunların üzerine.
İnsan için umut var mı peki?
Umut kesilmez. Çünkü insan öyle bir varlık ki her seferinde çok zor koşullarda kendini yeniden üretmenin imkanlarını bulmuş. Gidiyorsun mesela su içinde, bataklık içinde yaşayan bir insan kavmi var. Ya da Amazonlarda ormanın içinde devasa, anıtsal ağaçların üstüne çıkıp neredeyse küçük bir köyü bir ağacın üzerinde yaşatan, ağaç üstü evler kuran kabileler var. İnsan sonsuz bir esnekliğe sahip. Suyun üzerinde yaşayan, avcılıkla balıkçılıkla geçinen, tarım yapan, sanayi üreten… İnsan bunların hepsini beceriyor. Bugün gözünü başka yıldızlara, gezegenlere dikmiş. Bir taraftan çok esnek; bir taraftan da kendi doğasını ve bu nesneleştirici bakış açısı yüzünden de dünyayı neredeyse sonuna kadar zorlayan bir tür. Hem karamsar hem de iyimser olmak için yeterli neden var.
O zaman dünya insana yetmiyor diyebilir miyiz?
İnsanın dünyada başaramayacağını düşünüyorum. Ama türünün sonu gelir mi? Emin değilim. Kolonileşmeyle bu sorunlar çözülür gibi geliyor. Ama bu dünyayı tüketmeleri gerekiyor önce. Başka türlü sonsuz açgözlülüğün, hırsın doyacağını düşünmüyorum. Yapabileceğimiz tek şey dışına çıkmaktır. Bunu dönüştürmek, iktidara gelip daha iyi bir şey kurmak fikri naif duruyor ve hatta tarih bilgimizdeki noksanlığa işaret ediyor. Bugün artık aynı ortodoks düzende yeni sosyalistlerin iktidara geleceğini vazetmek tarihi okuyamamakla ilgili. Ya başka bir şey söyleyeceğiz ya da bu egemen olan şey, sosyalistler iktidara gelse dahi hiçbir şey değişmeksizin sürecek.
Bugün mevcut direniş modelleri, var olan iktidar biçimlerini yıkmak ama alternatif üretememekle eleştiriliyor. Bu bağlamda edebiyatın gücü ve zayıflıkları nerede yatıyor?
Savaşın kendisi silahla yapılmaz. Kültürel alanda, ideolojik alanda, politik alanda, insan ilişkileri alanında yapılır. Şimdi bir insan gövdesi, çok küçük bir varlık olan bir mikrop, bakteri ya da virüs tarafından öldürülebiliyor. Kültür de büyük bir mekanizma, ama bir kitabın bile bazen o yapıyı gerçekten çürütebileceğini, öldürebileceğini, o yapıyı işlemez hale getirebileceğine inanıyorum.
Öyle bir kitap yazıldı mı? Hayır. Yazılma ihtimali var mı? Belki. Yine de şansımızı denemeye devam etmek gerekir. İktidar olana, mevcut toplumsal ve kültürel yapıya, medya yapısına, dini ideolojiye, kadın-erkek olmanın egemen biçimlerine, üstün bir tür olduğumuza ilişkin ideolojiye uygun, bu kültürün ürettiği insanlara yönelik, onların bilinçlerini okşayacak, onları eğlendirecek metinler de yazılabilir. Ve tabii onları uyaracak, sarsacak, farklılaştıracak, daha farklı düzeyde kendilerini ifade etmek için zorlayacak metinler de. Ben ikincisinden yanayım ve bundan da bir sürü muradım vardır.
İnsanın tüm hayatını bir anda değiştirmek tabii ki çok iddialı olur. Öyle bir şey yok. Ama bir yerden de başlamak gerekir. Benim çalıştığım alan burası. Edebiyatın da bir bütün olarak buralarda çalışmasını öneririm.
Öte yandan pop edebiyat eğlence sektörünün bir parçasıdır. Buna itiraz ve müdahale etmeyi kişisel olarak görev biliyorum. Çünkü bu gidişattan memnun değilim. Edebiyatın çok büyük bir gücü yok. Ama hiç gücü yok demek de doğru değil. Olan gücünü de elimizden geldiğince, en yüksek verimi alacak şekilde kullanmak gerekir. İyi edebiyat metinleri ortaya koyarak, düşünce oluşturmaya başlayarak, yeni insan olma biçimlerine ilişkin işaretler ortaya koymaya çalışarak… İşlemeyen, yanlış giden şeye yavaş yavaş işaret ederek. Yoksa mevcut ilişkilere güzelleme yazarak bu gidişatı durdurmak mümkün değil.
Resul insanın var olma biçimlerine getirilen bir eleştiri. Peki roman karakterlerinize nasıl eleştiriler getiriliyor?
Resul insan olma biçimlerine getirilmiş bir eleştiri ‘modeli.’ Başka eleştiriler ve onaylamalar da mümkündür. Şimdiye kadar aldığım eleştirilerin temelinde okunma zorluğu var. “Metinlerin içinde kolay akamıyoruz”, “İlişki kurmakta zorlanıyoruz” deniyor. Bu karakterler kolayca özdeşleşebileceğiniz insan olma figürleri değil, tam tersine onlara bir saldırı. Dolayısıyla senin benliğine ve kişiliğine de bir saldırı.
Okur için de bu böyledir. Zorlanmalarının sebebi metinlerin açık etmeye çalıştığı şeyle ilgili. Sizin kurulu yapınızın o kadar da sağlam ve bütünlüklü olmadığı, o kadar da doğru biçimde işlemediği, arzu akışlarının bozulduğu, parçalandığı ve yönetildiği, kendi doğanızdan saptırıldığınız ve elinizden alınmış bütün imkanlarla ilgili. Bütün potansiyellerinizle ilgili. Böyle olunca okuyanlar da kendilerine müdahale edilmiş gibi hissediyor. Okuyamayanlar, metnin o aşamasına gelemeyenler, içine girip metnin meselesiyle karşılaşmak istemeyenler de zaten metinden uzakta kalıyor.
Eleştirilerden bir diğeri de metinlerdeki insansızlık. Bir anlamda romanların ıssızlığı. Başka insanlara, ilişkilere kapalı oluşu. Geçmişte kurduğumuz ilişkilerin bizlere yaptıklarını tartışmayı doğru buluyorum. Çünkü kendi içinde politik metinler bunlar ama o politika hiçbir zaman gündelik siyasete ya da insan ilişkilerinin düzenlenmesine bağlanmıyor. Mesela bir kadın-erkek ilişkisi tartışılıyorsa, Resul ve Işıl ilişkisi örneğin, bunun aslında insana neler yapabileceği, ne kadar tahripkar ve yapıcı olabileceği, ne kadar büyük kuvvetler içerebileceği tartışılıyor. Dolayısıyla her durumda karşılaştığımız bu tür bilgiler bizi ilişkinin temellerine doğru götürüyor.