Öncelikle, uzunca bir süredir, “insan hakkı” yerini “kul hakkına” bırakmış bulunuyor.
İktidarın oluşturduğu hukukun içler acısı durumu insanları birçok konuda yargıya başvurmak yerine “Allah’ından bulsun” noktasına getirmiş bulunuyor. Sorumluluk, suç ve ceza gibi önemli hukuk kavramları, giderek artan bir biçimde “günah işlemek, vebal altına girmek” ile ilişkilendirilerek açıklanıyor. Bunlarla ilgili “hesapların” bu dünyadan çok öbüründe görüleceği görüşü benimsenerek, hukuksuzlukların, yolsuzlukların ve haksızlıklarının hesabının sorulması da tamamıyla “ahretlik” bir özellik kazanıyor
Ülke içinden yükselen en cılız eleştirenleri bile, hiçbir delil göstermeden çok keskin bir dille “işbirlikçi, hain, terörist” olarak etiketlemek; ülke dışından gelen eleştirileri de, içeriğini bir tarafa bırakarak “düşman” saymak, yıllardır, yaşanan yaklaşımlardır.
Sözgelimi, muhalefetin kimi eleştirilerini, “ahlaksızlığın dibi” olarak adlandırmak; muhaliflere, “alçaktılar, alçaklaştılar” ya da “cibilliyeti bozuk” “terbiyesiz” demek; Meclis’in üçüncü partisinin almış olduğu oyları, “onların lanet olası oyları” olarak damgalamak (…) toplumu bölücü dilin doludizgin gidişinin son örnekleridir.
İktidarın oluşturduğu dil ve kültür ortamı ana muhalefeti de çok etkiliyor. On yıldır sağcı açılımlarıyla ünlenen CHP Genel Başkanı, geçen gün, “Kanal İstanbul’u inadına yapacağız” diyen Cumhurbaşkanı’nı tam bir çaresizlik içinde “Allah akıl, fikir versin” diye eleştiriyor; her iki dünyayı birleştiren bir dilekte bulunuyor. Parti Sözcüsü de “takvası az olanın hayası da az olur” sözleriyle genç kuşaklara örnek olacak bir siyasal söylem kullanıyordu.