Yılbaşından bu yana ABD Doları karşısında yüzde 51, son 70 günde ise yüzde 36 değer kaybeden ulusal paramızın yarattığı şokun ekonomik teoride açık ve net tanımı tam bir döviz krizidir. Öyle bir kriz ki içinde gübreye iki günde bir yüklü zammın yanında, şeker, yağ, akaryakıt gibi gerekli ürünlerin arzında yaşanan sorunları ve raflarda hemen her gün değişen etiketlerin görünen yüzünü, tecrübe edeceğimiz ve daha uzun yıllar sürecek sorun yumağının birer örneğini barındırmaktadır.
Tüm bunların yanında devletin üretim gücünün piyasalara yansımaması ise sorunları çözümsüz kılan bir etken olarak gözükmektedir. Eksiye düşmüş ve süreklilik arz eden bir Merkez Bankası rezerv yapısı, ucuz emek üzerine kurulmuş, rekabetçi kur sosu ile bezenmiş, fakirleştiren bir ihracat hacmi ile reel büyümenin cılız yapısı bu çözümsüzlüğü bir bakıma kalıcı kılmaktadır.
Düşük faize yapışan yüksek enflasyon ve artan döviz kuru, ithalata göbeğinden bağlı olan üretim yapımızı anlaşılan bu gidişle halka üç haneli bir fiyatlar genel seviyesi artışını, üst sınırı belli olmayan bir döviz kurunu ve reel ücretleri eriten bir süreci tattıracak gibi.
Bir de buna öngörüsüzlüğün ortaya çıkardığı inat ekonomisini eklemek gerekiyor sanırım.