Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Aynı yaştaydılar, 26’ydılar. Aynı yaşta. İkisi de hastanede hemşire-hasta bakıcıydı. Aynı hastanede. İki ay önce evlenmişlerdi. İki ay. Adam o iki ayın sonunda, “Kadınlar Günü”nün üç gün sonrasında, öldürdü. Öldürdü. Satırla doğrayarak, bıçakla bıçaklayarak. Satırla. Antalya’da 26 yaşındaki Sevcan Demir “kocanın satırla kurbanı” olduğu sırada…
İzmir’de yine gencecik bir kadın, Fatma Kara da eski sevgilinin kin-nefret dolu katil ellerinde ölüyordu. Hem de sokak ortasında. Sokak ortasında. Hem de başı asfalta vurula vurula. Asfalta vurula vurula. Herkes vardı, kimse yoktu. Kimse yoktu. Erkekler seyirciydi, kadınlar da! Aynı gün, işte aynı gün yine; Konya’da Havva Adıyaman’ı eski eşi; Tekirdağ’da Halime Avşar’ı kocası, İstanbul’da Gülnur Akalın’ı eski eşi öldürüyordu. Bir günde beş kadın. Beş kadın. Bir yılda 394 kadın. 394 kadın. Yüzde 90 koca, eski eş, sevgili, eski sevgili; bir kısım da tanıdık: Baba, ağabey, akraba, komşu, göz koymuş bir başkası mesela.
Bu kadınlar başörtülüydü, bu kadınların başı açıktı. Bu kadınları öldürenler onları, başı örtülü ya da başı açık diye öldürmedi; kadın oldukları için öldürdü. Bu kadınlar, başörtüleri yahut örtüsüz başlarıyla “ayrı dünyaların kadınları” zannediliyordu ama bu kadınlar “aynı dünyaların erkekleri” tarafından ayrımsız öldürüldü. Bu kadınları, kendilerini dinen, “yerli ve milli kültürle, her türlü iktidar biçiminin “güce abanan” diliyle donanmış “erkeklik zorbalığı” öldürdü. Çünkü bu ülkede ve dünyanın da hemen her köşesinde “erkeklik” daha çocukken pohpohlanan, maalesef nice kadın, yani anne, hatta eş tarafından bile cilalanan bir “mutlak iktidar” biçimiydi.
Öyleyse: Dünyanın bütün kadınları birleşiniz. Bir bakıma… Tabutlarınızdan başka kaybedecek bir şeyiniz yok!