SEVGİ AKA
Araştırma temelli ve 13 Kasım’a kadar SALT Galata’da görülebilecek ‘Tek ve Çok’ sergisi, 1955-95 arasında Türkiye’de yavaş yavaş gelişen sanayileşme dönemi ve sonrasında 1980’lerde endüstri ürünlerinin geniş bir alıcı kitlesiyle buluştuğu döneme ve dolaşımda olan nesnelerin hikayelerine odaklanıyor.
1950’lerde hız kazanan sanayileşmenin alt yapısını tamamlayan bir yenilik ise 80’lerde karma ekonomiden serbest ekonomiye geçilmesi oldu.
Devlet, yerli sanayinin, uluslararası rekabete dahil olacağı bir ortamı hazırlamıştı. Bu süreçte şehirler büyümeye başladı, yerel ve küresel markalar hayat tarzlarını tüketim odaklı belirlemeye başladı.
Sergide nesne ve hikayeleri sunulan endüstrileri ise şöyle sıralayabiliriz: ‘Otomotiv, beyaz eşya, mobilya, kırtasiye, giyim, oyuncak, tekstil, temizlik, züccaciye ve gıda.’
Nesneler üzerinden yansıtılan 80’lerin ortamının izleyicide o yıllara dair anılar uyandırması çok olası. Bazı göz aşinalığı kazandığımız günlük nesneleri uzun bir süre sonra tekrar görmek nasıl kaybolduklarını ve bugün neyin değiştiğini sorgulatıyor.
Tüketim nesnelerinden daha uzun süre hafızalarda kalan, sanat ve moda ortamında bir biriciklik.
Bedri Baykam’ın ‘This has been done before’ (1987) adlı eseri, yapıtlarının Batılı eleştirmenler tarafından küçümsenmesi ve yeni bir şey olmadığı iddiasında bulunmaları üzerine yaptığı alaycı ve eleştirel bir gönderme.
Bu çalışma, kısa süre içinde Baykam’ın logosu ve daha sonra ürettiği çalışmalarının da bir kenarına iliştirdiği bir tür imzası oldu.
Serginin yapılandırıldığı kavramlardan biri özgün kopyalar, Türkiye’deki üretim tarihine, montaj sanayisindeki telifsiz kopyaların bolluğuna yeniden bakmayı önerip kopyayı yakından incelemeye davet ediyor.
Bunu da en etkileyici biçimde, yönetmen Cem Kaya, ‘MOTÖR: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması (2014)’ belgeseliyle yapıyor.
Belgesel, Yeşilçam’ın genellikle ‘fikir hırsızlığı’yla suçlanması ve hukuki yetersizlikten ötürü yaptırımların uygulanamamasından, sinemacıların başka filmleri kopyalamayı bir hak olarak görmesiyle ilgili.
Ayrıca belgesel, sinemada kopyalama durumunun suç olarak algılanması ya da yeni bir bağlamda yorumlayarak kültür üretimine sağladığı katkıyı da sorguluyor.
Gerçekten de dönemin zor şartları sinemacıları yaratıcı olmaya itmiş, donanım yetersizliklerinin üzerinden anlık çözümlerle gelmişlerdir.
Siyah beyaz filmi kare kare boyayıp renkli film diye satmak (renkli, ama tek renk), araba kazalı sahnelerin bazı bölümlerinde oyuncak araba kullanmak, kamera filtreleri olmadığı için perde kullanmak bunlardan bazıları.
Fatma Girik’in ifadesiyle, farklı film ve sahneler için elbise seçeneği yokluğundan, oyuncular aynı siyah elbisenin önünü, arkasını, kolunu kese biçe, uzun süre giyiyorlardı.
Bugün ise oyuncuların kıyafetleri onlar için kostüm ekibi ve sanat yönetmenleri tarafından düşünülüp hazırlanıyor.
Devletin sadece sınırlı bir kotayla film verdiği 60 ve 70’li yıllarda, Türkiye dünyanın en fazla film üreten ülkeleri arasındaydı.
Televizyon henüz evlere girmediği için sinema hala geniş kitlelerce ulaşılabilen bir iletişim aracıydı. Maddi ve yapısal yokluklara ek olarak, dönemin koşullarının getirdiği yoğun sansür, Yeşilçam’ı kolaj ve alıntı sineması haline getirdi.
Dönemin sinemacıları film müziklerini olduğu gibi çeşitli yabancı filmlerden almak, senaryoları da çeşitli roman ve filmlerden kolajlamak konusunda pratik sahibi oldular.
Telifin söz konusu olmadığı yıllarda, ‘Tarzan İstanbul’da’, ‘Dünyayı Kurtaran Adam’, ‘Süpermen Dönüyor’, ‘3 Süpermen Olimpiyatlarda’, ‘Drakula İstanbul’da’, ‘Badi (ET remake)’, ‘Şeytan (Turkish Exorcist)’, ‘Altın Kızlar (The Golden Girls)’, ‘Tosun ile Yosun’ (Turkish Laurel Hardy)’ filmleri çekilmiş, hatta işin ucu Western filmlerine kadar uzanmıştır.
Belgeselde ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ filminin biri Star Wars olmak üzere yaklaşık on altı yabancı filmden alıntılar yapılarak ve sekiz ayrı filmden de müzikler ve efektler eklenerek çekildiği belirtiliyor.
Haftada dört film çektiğini söyleyen yönetmen Çetin İnanç, dövüş sahnesinde ışın kılıcı için filmin üzerine çizgi çizerek özel efekt alanında limitlerini zorluyor.
‘Vahşi Kan’ (Rambo-First Blood) filminde ise karate yapabilen bir motosiklet çetesi, dönemin Ninja filmleri meraklılarına hitap ediyor.
Daha sonra zombiler çıkıyor ve bununla da yetinmeyip filme dahil olan erotizm de hormon dengesini tamamlıyor.
Özetle, ‘aşure film’ diyebileceğimiz her damak tadına uygun lezzeti barındıran türünün tek örneği filmler çekiliyor, üstelik güvencesiz, parasız ve yeterince prova yapmadan.
‘MOTÖR’ belgeselinde de ifade edildiği gibi genel olarak dünya sinemasında bir sürü film birbirinin kopyasıdır. Fakat, kopyalama amaç ve niyetleri ve içinde bulunduğu şartlar çok farklı olabilir.
Yeşilçam, yabancı eser sahiplerinin yapımlarını Türkiye’de tescil ettiremedikleri için, alıntılama konusunda büyük bir özgürlük alanı yaratmış. Film ekibine öğle yemeği verecek imkanı olmayan yönetmenler, müthiş bir yaratıcılık ve cesaretle bu kalıpları kıran filmleri çekmişler.
Sanat alanında çok rastladığımız kopya ya da esinlenme bir öğrenme tavrı olarak algılanabilir mi? Sanatçının ürettiği, resim, heykel ya da bir müzik parçasının daha önce çok benzerinin yapılmış olduğunu fark etmesi eserinin değerini düşürür mü? Düşürmemeli.
Düşürürse sanatsal üretim düşer. Sansürün kafalara yerleşmesi çok tehlikelidir. Üretilen eser, onu yaratan sanatçının yetiştiği ortam, geldiği kültür ve yaşadığı yerle hayli bağlantılı.
Dolayısıyla her sanat eseri kendi bağlamında anlam kazanır. Bu durumda, birbirinin tıpkısı iki eser düşünülemez. İster endüstri ürünü, ister sanat eseri olsun hiçbir şey yoktan var edilemez.
Her şey var olan malzemelerin yeni bir biçimde bir araya getirilişinden oluşur. Demiri icat edemeyiz ama onunla yeni bir form yaratabiliriz. Bu bir tek Türkiye’de değil dünyada geçerlidir.
6 Eylül-13 Kasım 2016 arasında görülebilecek olan sergi süresince lisans ve yüksek lisans öğrencilerine açık bir atölye de olacak.
Atölyede yapılan araştırmanın sonuçları sergi içeriğine eklenecek. Ayrıca, serginin yanında açık katılımla tartışmaların olacağı paralel programlar, konuşma ve film gösterimleri de gerçekleşecek.
Türkiye’nin tüketim değil de üretim kültürü ve tarihine eğilen bu sergi izleyiciyi düşündürmeye devam edecek.