Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Bir kısım muhafazakârların zannettiği gibi cumhuriyet hükümetlerinin dış politikası ideolojik değil, jeopolitiktir.
Şapka devrimi sırasında Mısır Büyükelçisinin başındaki fesi çıkarttırmak gibi taşkın ve münferit bir olay dışında, Cumhuriyet hükümetleri Araplarla dostluğa önem verdiler.
Ürdün Kralı Abdullah, Arap kıyafetiyle sık sık İstanbul’a gelir, Atatürk tarafından itinayla misafir edilirdi.
1949’a kadar BM’deki Filistin oylamalarında Türkiye daima Arapları destekledi. Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü El-Kuvvetli, İsmet İnönü’ye resmen teşekkür mesajı gönderdi. (1 Aralık 1947)
Şu sözler Cumhurbaşkanı İnönü’nündür:
“Kendileriyle uzun asırlar beraber yaşamaktan doğan gayet tabii ve derin yakınlık duygularıyla bağlı bulunduğumuz Arap devletlerinin emniyet ve selametleri Türkiye için de hayati bir meseledir…” (Zabıt Ceridesi, 1 Kasım 1949)
Ama diyeceksiniz ki, Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştu! (28 Mart 1949)
Evet, Türkiye’nin önceliği, Stalin’in toprak talepleri karşısında NATO’ya girerek kendi güvenliğini sağlamaktı artık.
Nasır’ın ve Baas rejimlerinin Soyvetler’le ittifakı, Türkiye’nin NATO üyesi olması, 1960’lara kadar diplomasilere damga vurdu, yapılan yanlışlar da bu zemindedir. 1960’larda Türkiye Rusya ile de solcu Arap rejimleriyle de ilişki kurmaya yöneldi.
Fetihler çağının geçtiğini Cevdet Paşa ve Sait Halim Paşa da söylemişlerdi. “Yurtta sulh, cihanda sulh” bütün bu tecrübelerin özetidir.
Şunun altını önemle çizmek isterim: Türkiye’nin genişlemeye ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin yükselmeye şiddetle ihtiyacı vardır. Bunun da yolu bilim, teknoloji ve hukuktur.