ARZU UZUNALİ
Bir arada yaşamanın doğaya ve insana saygılı bir yolunu bulmak adına atılan sürdürülebilir adımlara belki en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemdeyiz. Çünkü Birleşmiş Milletler’e göre 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 60’ından fazlası şehirlerde yaşayacak. Gittikçe daha kalabalık bir hale gelen şehirler ve bu şehirlerden kaçıp farklı alternatif yollar arayan insanların sayısı her geçen gün artarken “Sürdürülebilir Mimari” konusunda daha çok düşünmemiz ve daha kalıcı çözümler üretmemiz gerekiyor.
Peki “Sürdürülebilir Mimari” konusunda hangi noktadayız ve bu ideali yaratmak gerçekten mümkün mü?
Bu konuda Türkiye’deki en iyi isimlerden biri olan, Amerika Mimarlar Enstitüsü (AIA) tarafından “Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü”nü, 2020 yılında ise bu alanın Oscar’ı diyebileceğimiz BREEAM Ödülü’nü alan ilk Türk olan Duygu Erten ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Gelin şehirlerin geleceğini ve bu konuda sürdürülebilir adımların nasıl mümkün olabileceğini kendisinden dinleyelim.
Sürdürülebilir mimari nedir, neyi kapsar ve hedefi nedir?
Sürdürülebilir mimari, doğaya duyulan saygının ön plana çıkarıldığı ve binaların çevrelerinden uzaklaşmak yerine çevreleriyle ilişki kurması gerektiği inancıyla hareket eden tasarım anlayışıdır. Sürdürülebilir mimari, olumlu çevresel değişim için itici bir güçtür. İşini bilen ve hakkıyla yapan mimarlar, kentsel, çevre ve dünya üzerinde sonsuz bir etkiye sahip olan binaları, doğa ile uyumlu hale getirme yetenekleriyle ortaya çıkar. Sürdürülebilir mimari, doğal kaynakları kullanırken, çevresel zararı en aza indirmeye çalışarak ekosistemi dikkate alan bir yaklaşımla tasarımı teşvik etmektir. Sürdürülebilirliğin ayrıca inovatif teknikler ve teknolojilerle desteklenmesi, enerji ve su verimliği gibi konularda en iyi örneklerin yaratılmasına yardımcı olur.
Kentsel büyüme ve çevre koruma arasında bir denge bulma konusunda sürekli bir ters düşme, aynı zamanda paralel kararlar alma süreci var. Yapılı form ve çevrenin uyum içesinde bir arada var olabileceğine inanan birçok öncü mimar var. Herhangi bir proje geliştirmeden önce iklimi, coğrafyayı ve ekosistemi anlamamız gerek. Çevrenin bu şekilde dikkatli incelenmesi, çevreleriyle uzlaşan değil, aynı zamanda onları geliştiren yapılar üretmesini sağlar. Tasarımlarda ışık, havalandırma ve pasif soğutma stratejileri gibi unsurlar ön planda olmalı. Bu yönleri entegre ederek, aydınlatma ve iklimlendirmeye olan bağımlılığı en aza indirerek enerji tüketiminde bir azalma sağlayarak ve ardından binanın karbon ayak izini azaltarak sürdürülebilir mimari için iyi örnekler ortaya koyabiliriz.
Bu konuda oldukça yetkin bir isimsiniz. Amerikan Mimarlar Enstitüsü (AIA) tarafından “Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü”nü alan ve Kaliforniya’da, ABD Yeşil Binalar Derneği (USGBC) tarafından LEED 2.1 kriterlerine göre “en ekolojik bina” seçilerek ilk “Platin Sertifika”yı alan bir projenin danışmanıydınız. 2012’de Dünya Yeşil Binalar Başkanlık ödülünü aldınız. Daha sonra kendiniz bu alanda hizmet veren bir firma kurdunuz ve 2020 yılında da bu alanın Oscar’ları diyebileceğimiz yılın BREEAM şirketi ödülünü alan ilk Türk firma oldunuz. Siz ve ekibiniz de dünyada en iyi 3 danışman seçildi. Yurt içi ve yurt dışı pek çok jüride yer alıp konferanslar veriyorsunuz. Sizi bir mühendis olarak sürdürülebilirlik konusunda uzmanlaşmaya iten şey neydi?
1989’da Amerikan Mimarlar Enstitüsü (AIA), Çevre Komitesi’ni kurdu ve Amerikan Çevre Ajansı (EPA) tarafından finanse edilen AIA tarafından yayınlanan Çevresel Kaynak Kılavuzu (1992) EPA ve ABD Enerji Bakanlığı, ENERGY STAR programını başlattı. 1993 yılında AIA yönetim kurulu, 60’tan fazla firma ve kâr amacı gütmeyen kuruluşun temsilcileriyle Amerikan Yeşil Binalar Konseyini (USGBC) kurdu. USGBC, bina ve inşaat endüstrisinde sürdürülebilir uygulamalar yoluyla binaların iyileştirilmesini teşvik etmek için üyeliğe dayalı kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. 2000’li yılların başında üyesi olduğum USGBC’nin LEED yeşil bina sistemi Amerika’da ve dünyada hızla yayılmaya başladı. Bina ve yerleşkelerin sürdürülebilir tasarlanması ve yapılması ile ilgili standartlara atıfta bulunarak oluşturulan bu ölçütler listesi ile tüm sektör, uyumluluğu sağlamak için bir seferberlik başlattı. O sırada Kaliforniya’da ilk LEED Platin alacak olan projenin yöneticiliğini yapmam, benim sektöre tepeden inmeme sebep oldu. LEED, ABD tasarım, inşaat, işletme ve bakım endüstrisini dönüştürdü, mülk değerini artırdı, günlük maliyetleri düşürdü, çevresel etkileri azalttı ve insan sağlığını iyileştirdi. Versiyon 5 ile sürdürülebilirlik kadranını daha da zorlamaya devam edecek.
Önümüzde zorlu bir süreç var. Birleşmiş Milletler’e göre, 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 60’ından fazlası şehirlerde yaşayacak. Bu daha fazla atık, daha az yeşil alan gibi problemler demek. Bu nedenle sürdürülebilir binaların ve şehirlerin önemi büyük. Peki, sürdürülebilir şehir deyince aklımıza ne gelmeli? Bu terimi sık sık duyuyoruz ama bu şehirler nasıl?
Şehirler, insanların yaşaması için bir yer sağlar. Bu nedenle ekosistemleri yok eder ve insan ruhu için uygun olmayan yaşam alanları haline gelir. Kent, daha kompakt bir forma dönüşerek daha canlı, insancıl, verimli, güzel, kendi kendine yeten ve doğal hale getirilmeli, çevre üzerindeki etkisi azaltılmalıdır. Bu azaltım sadece yeşil binalarla olmaz. Aynı zamanda planlamanın da akılcı yapılması ve altyapı sistemlerinin de yeşil olması gerekir. Sürdürülebilir bir şehir, kentsel planlama ve şehir yönetimi yoluyla sosyal, çevresel ve ekonomik etkiyi ele almak için tasarlanmış bir şehirdir. Birçok sürdürülebilir girişim, şehir altyapısına yürüyüş ve bisiklet yollarının benimsenmesi gibi çevre dostu alternatifler inşa edilerek elde edilir. Gezegene yardım etmenin yollarını bulmak sürdürülebilirlik için çok önemli olsa da, maliyetleri düşürmek ve vatandaşlar için canlı bir kültür yaratmak da aynı derecede önemlidir. Planlı altyapı, halka açık yeşil alanlar, akıllı atık giderme ve daha fazlası sayesinde şehirler daha sürdürülebilir bir dünya için net sıfır ayak izi bırakabilir.
Sürdürülebilir şehir, “yeşil” veya “yaşayan” bir şehirdir. Uygarlığı sürdürülebilir kılmak için kentsel formun, atık çıkarmayan, biyolojik çeşitliliği en üst düzeye çıkaran ve güneş tarafından sürdürülen doğa ilkelerine dayanması gerekiyor. Artık sürdürülebilirlik rejeneratif sistemler ve yeşil altyapılarla desteklenmeli diyor ve bir adım öteye gidiyoruz. Sürdürülebilir bir şehrin olmazsa olmazları: toplu taşıma, yürünebilir ve bisiklete binilebilir mahalleler, araç şarj istasyonları, güneş enerjisi çiftlikleri, yeşil binalar, gıda üretimi (kentsel tarım), erişilebilir kamu kaynakları, su tasarrufu, halka açık yeşil alanlar, atık yönetimi.
İklim krizi ile mücadelede, şehirlerimizin sürdürülebilir olması bir zorunluluk. Sel, sıcak hava dalgaları, hasarlı su kaynakları ve daha fazlası, sürdürülebilir altyapı ile hafifletilebilir. Koronavirüs (Covid 19) pandemisinde gördüğümüz gibi hastalık yayılımı bile akıllı, sürdürülebilir şehir planlaması yoluyla sınırlandırılabilir. İklim etkileri ve doğal olarak meydana gelen diğer afetler riskini azaltan şehirler, daha az maddi hasar, daha az sigorta kaybı ve hatta daha az can kaybı görecek ve sürdürülebilir şehir uygulamalarını uzun vadeli başarı için bir zorunluluk haline getirecek.
Var olan binaları da yeşil binalara dönüştürmenin bir yolu var mı? Yoksa tüm şehri baştan yeniden yapmak şart mıdır?
Sürdürülebilir şehirler yaratmanın olmazsa olmazı, depreme dayanıklı yapı stoğunun ve altyapının yeşil iyileştirilmesi. İyileştirme (retrofitting), mevcut binaları daha verimli hale getirmek için yenilemenin bir yolu ve yeni inşaatla ilişkili gömülü karbon emisyonlarından kaçınmak, enerji verimliliği yoluyla operasyonel karbonu azaltmak, bina sakinlerinin sağlığını ve refahını iyileştirmek, mülk değerini artırmak gibi çok sayıda çevresel, ticari ve sosyal fayda sağlar.
Mevcut yapıları yeşil, sürdürülebilir binalara dönüştürmek, döngüsel ekonominin felsefesi “azalt, yeniden kullan, geri dönüştür” yaklaşımını en iyi şekilde örnekliyor. Eski binaların güçlendirilmesi, daha iyi hava kalitesine, daha iyi yalıtıma ve gelişmiş doğal aydınlatmaya yol açarak daha sağlıklı, daha konforlu bir yaşam ve çalışma ortamına katkıda bulunabilir ve böylece bina sakinlerinin refahını olumlu yönde etkileyebilir. Bu, bina sahipleri için güçlü bir farklılaştırıcı yaratır. Var olan bir mülkü, mevcut ve potansiyel kiracılar için daha çekici hale getirir. Eski binalar genellikle daha az enerji verimine sahip sistemlerde çalışır. Güçlendirme, işletme ve hizmet maliyetlerini azaltabilecek daha yeni teknolojilerin uygulanmasına olanak tanır. Enerji tasarruflu soğutma sistemleri, geliştirilmiş yalıtım ve akıllı LED aydınlatma, bina sahiplerine sunulan sürdürülebilirlik çözümlerine birkaç örnek. Mevcut bir binayı en son teknolojiler ve sürdürülebilir özelliklerle yeşil bir binaya dönüştürmek, varlığın önümüzdeki yıllarda çekici ve alakalı kalmasını sağlar. Dönüşümün olmazsa olmazları ise; yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji tasarruflu teknolojiler.
Sürdürülebilir mimari projeler -mesela yeşil binalar- diğerlerine göre daha mı maliyetli? Şu an projelendirilen yeni yapıların hepsinin yeşil bina olma şansı varken neden geleneksel mimari projelerine devam ediliyor?
Sürdürülebilir mimari aslında akılcı mimari. Pasif tasarım ilkeleriyle daha az malzeme kullanmak, daha az enerji tüketen ve su verimli bina yapmak neden daha fazla maliyetli olur ki? Hele hele ABD gibi yeşil binaların artık zorunluluk olmadan kendiliğinden yapıldığı yerlerde maliyet artışı diye bir şey yok. Ancak “hard costs” dediğimiz mesela yenilenebilir teknolojilerin getirdiği ön yatırım maliyetleri var. Ancak bunları uzun vadede geri dönüşleri hesaplayarak planlamak gerek. Şunu eklemeliyim ki, kentsel dönüşümde yeşil dönüşüm destek ve teşvik ister. Büyük ölçekli kentsel dönüşüm projeleri karmaşıktır ve doğru bir şekilde planlanması ve uygulanması için ciddi kaynaklar gerektirir. Bu nedenle, çok az şehir bu tür büyük girişimlerin tüm maliyetlerini doğrudan finanse edecek kaynaklara sahip. Bu noktada, özel sektörle kamu ortaklığının devreye girmesi şart. Sadece maliyetleri paylaşmak için değil, aynı zamanda riskleri ve teknik kapasiteleri paylaşmak için de gerekli. Bu nedenle, tipik olarak; şehirler, kentsel dönüşüm vizyonlarını finanse etmek için diğer stratejilerin yanı sıra, iç ve dış finansman kaynaklarının, politika ve düzenleyici araçların ve özel sektörle stratejik ortaklıkların bir kombinasyonunu kullanıyor. Bu tür araçlardan en yaygın olanları; vergi bazlı ve vergi bazlı olmayan teşvikler, imar, arazi kullanım düzenlemeleri ve imar hakları transferleri.
Siz yurt dışında da alanınızda oldukça aktifsiniz. Oradaki yeni sürdürülebilir mimari yaklaşımları nedir? Ülkeler şehirleşmenin geleceği için nasıl tedbirler alıyor, ne şekilde harekete geçiyor?
Amerika’da hem Amerikan Mimarlar Derneği (AIA), hem İnşaat Mühendisleri Derneği (ASCE) AWA+D, ULI, ASCE ve USGBC üyesiyim. ABD’de kâr gütmeyen kuruluşlar fevkalade kurumsal çalışıyor ve üye olduğunuzda, sürekli öğrendiğiniz, tıpkı bir üniversite gibi çalıştıklarını görüyorsunuz. Etkinliklerde, tümü tasarım mesleklerine odaklanan konuşmacılar, yuvarlak masa tartışmaları, ağ oluşturma ve tanınma, orada sürekli ve farklılıklara yer veren şekilde süreklilik arz ediyor. Tüm sektör, bu kurumların çizdiği yol haritaları ile belirleniyor. Dünya belediyeleri, şehirleri daha “iklim akıllı” hale getirmeye çalışıyor. Böylece, şehirleri hem neden oldukları hem de sıkıntısını çektikleri iklim krizinin artan baskısıyla mücadele etmeye hazırlıyorlar. Sonuç olarak, kentsel altyapıyı bu şekilde iyileştirmek, şehirlerin dayanıklılıklarını artırabilir, iklim krizini azaltabilir, yaşanabilirliği ve rekabet gücünü artırabilir. İklime duyarlı şehirler inşa etmek için şehirleri taşkına dayanıklı hale getirmek, drenaj kanallarından elektrikli ulaşıma, kentsel soğutma için yeşil alanların yaratılmasına kadar şehrin konumunun ihtiyaçlarına bağlı olarak çok çeşitli önlemler alıyorlar.
Türkiye’de bu konuda ne durumdayız? Umut veren girişimler ya da projeler var mı?
WRI Ross Center for Sustainable Cities, sürdürülebilir kentsel gelişimi hayata geçirmek için Türkiye’de de gerçekleştirdiği küresel araştırma ve saha deneyimleri ile kentlerde yaşayan milyonlarca insana daha iyi bir yaşam sunmak için çalışıyor. İstanbul’da yaya durağı ve İzmir’de bisiklet yolları projeleri gibi planların hayata geçirilmesini sağlıyor. Belediyeler İklim Eylem Planları (SECAP) yapmak için çalışmalara başladılar. Elektrikli araba satışları ve şarj istasyonu kurulumları hızla artıyor. Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş en azından kontratlarla da olsa bu şekilde enerji üreten firmalara kayıyor. Şehirlerde bina yenilemeleri gibi konular, özellikle kamunun uzun zamandan beri üzerinde çalıştığı ve projeler ürettiği bir konu… Türkiye’de Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı, YES-TR yeşil bina sertifikası çalışmalarını tamamladı. Öncü firmalar BREEAM, LEED, EDGE gibi sertifikasyon sistemlerini yeni ve var olan binalarına almak için yarışıyor.
Bireysel olarak bizim sürdürülebilir mimari ya da sürdürülebilir şehirler için atabileceğimiz adımlar nelerdir?
Talep etmek. Ne istediğimizin farkında olmak. Bireysel ayak izimizi azaltmak. Kent konseylerinde aktif olarak yer almak. Kentsel dönüşüm, mahalle ölçeğinde sürdürülebilir arazi ilkelerine uyarak ve binaların yaklaşık sıfır enerjili bina (NZEB) hedefiyle yapılması, tüm binalara gri su sistemi konması, yeşil çatılar yapılamıyorsa açık renkli çatılar kullanılması… Bunlar Türkiye’de geri kalınmış konular, mesela Danimarka’da olduğu gibi “district heating”, ısı pompaları, solar çiftlikler, elektrifikasyon gibi konular çalışılmalı. Ayrıca sıfır atık hedefi için evler için kompost alanları, çöp odalarının olduğu katlar planlanmalı.
İklim krizi bizi her açıdan zorluyor. Sizce sürdürülebilir bir dünya inşa etmeyi başarabilecek miyiz? Medeniyetimiz bunun üstesinden gelebilecek mi?
Paris Anlaşması 2030 ve 2050’ye kadar ağır hedefler koydu. Akıllı milletler, bu hedeflere ulaşmak için her türlü azaltma yapma yoluna gidecek. Birleşmiş Milletler’e (UN) göre Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasından neredeyse sekiz yıl sonra, dünya küresel ısınmayı sınırlama hedefine ulaşma yolunda değil… COP28 iklim konferansı başlamak üzere… Henüz ikna edici çözümler masada değil… Birleşmiş Milletler, hükümetleri raporun bulgularını dikkatlice incelemeye ve nihayetinde bunun kendileri için ne anlama geldiğini ve bundan sonra atmaları gereken iddialı eylemi anlamaya çağırıyor. İşletmeler, topluluklar ve diğer kilit paydaşlar için de aynı şey geçerli… Ancak nüfusun azalması tüm bu hedeflere ulaşmanın ön koşulu. Ancak, kimse bunu konuşmuyor.