Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Bugün ‘fitne çıkarma’ bahanesiyle susturulan her cümle, aslında adaletin üzerini örten yeni bir sis perdesidir. Bu perdenin ardına saklanan İslamcı zihinler, artık yalnızca siyasi bir kırılmayı değil, inanç düzeyinde bir çözülmeyi de ele verir hâle gelmiştir. Zira bu din susmayı değil, şahitlik etmeyi emreder. Davanın menfaatine değil ruhuna, iktidarına değil ilkesine sahip çıkmanın dayanılmaz hafifliği… İşte bu yüzden eğilmem. Kendi yanlışlarımızı konuşmaktan, sorgulamaktan, gerekiyorsa teşhir etmekten geri durmam. Çünkü eğer adalet bizim elimizde eğiliyorsa, zalim yalnızca karşımızda değil, içimizdedir. Ve bu hakikati gizlemek değil, göstermek Müslümanca olandır.
Karşı tarafa çalıştığımı söyleyenlere ise tek bir şey hatırlatırım: Hakikat, katılacağım bir kadro değil; yüzleşmekten kaçınmadığım bir yalnızlıktır. Bugün de benzer bir yanılsamayla karşı karşıyayız. Mahalleler, cemaatler, partiler, hizipler… Herkes kendi gerçeğine sadık. Ama hakikatin, yalnız başına da bir değeri olduğuna inanan kaç kişi kaldı? Bu yüzden adalet, giderek bir temsile dönüşüyor. Hukuk, hakikatin alanı olmaktan çıkıyor; mahkeme salonları çoğu zaman gerçeği arayan yerler değil, sonucu çoktan belirlenmiş senaryoların sahnesi gibi işliyor.
Ve bu durum yalnızca siyasal bir kriz değildir. Bu, aynı zamanda ahlaki bir çöküş, inanç düzeyinde derin bir savrulmadır. Çünkü kimliklerin mutlaklaştığı bir yerde, hakikat en kolay gözden çıkarılandır. Herkes kendi mahallesini koruma telaşında, ama bedel ödemesi gereken hep başkaları oluyor. Ama Allah soracak: “Sen adaletin mi tarafındaydın, yoksa kimliğinin mi?” İşte asıl imtihan burada başlar.