Özetle, bir yıl önce yaşadığımız felaketin çok daha büyüğünün içinde savruluyoruz bugün.
Ve her savruluşta daha yüksek bir vaka ve ölüm eşiğine çıkıyoruz.
… yeni vaka sayıları itibarıyla, Türkiye’nin bugün önde gelen Avrupa ülkelerinin salgında daha önce geldikleri pik noktalarının -bir iki istisna dışında- bir hayli üstüne çıktığını görüyoruz.
Bir yıl öncesinde, salgının aslında Türkiye’de çok daha düşük yoğunlukta seyrettiği bir dönemde sergilenen dikkatli, kontrollü davranışlar, disiplinli hareket tarzı, vakaların patladığı bugünlerde yerini sıkça tedbirsizliğe ve bir gevşemeye bırakmış bulunuyor. Bu arada, toplu cenaze törenleri, tıka basa dolu parti kongreleri de bu tabloyu tamamlıyor.
Ölümcül salgınla mücadele etmenin vazgeçilmez bilimsel gerekleri göz önünde bulundurulduğunda, bir terslik yok mu bu tablonun bütününde? Şu paradoksa bakın ki, bir taraftan da virüse karşı önlemlerin sıkı tutulmasına dönük uygulamalara da devam ediliyor.
Özetlemek gerekirse, kurallarla kuralsızlığın iç içe geçtiği, tanımlaması güç, Türkiye’ye özgü bir manzara var karşımızda. Toplumda salgınla mücadele açısından zorunlu olan caydırıcılığın yaratılmasını ve bunu sağlayacak iletişimin kurulabilmesini de önlüyor bu çelişkili durum.
Bu tablonun nüfusa göre yeni vaka yoğunluğunda dünyada en tepeye çıkmış ülkede yaşanmasını anlayabilmek mümkün değildir.