
MİNEZ BAYÜLGEN
bayulgenminez@gmail.com
Televizyon izlemeye bayılıyoruz. Öyle ki, yapılan araştırmalarda dünya genelinde günlük televizyon izleme süresi en yüksek ülkelerden biriyiz. Özellikle de gündüz kuşağında yayınlanan reality şovlar büyük ilgi görüyor.
Bu şovlar son zamanlarda kolluk kuvvetlerinin stüdyoya giderek programa katılan failleri gözaltına almasıyla daha da ilgi çekici hale geldi.
Peki, bu izlediklerimiz gerçek mi, yoksa bir kurgudan mı ibaret? Mağdurlar neden adliye yerine stüdyoda seslerini duyurmaya çalışıyor? Ne tür hikayeler seçiliyor?
Merak edilenleri Star TV ve Fox gibi kanallarda yayınlanan reality şovların istihbarat bölümünde çalışmış, eski yargı muhabiri gazeteci Ayfer Çalıkıran’a sorduk.
‘Kayıp ve cinayet programlarındaki hikayeler gerçek’

Sosyal medya ve haberlerde kayıp ve/veya cinayet konulu reality şovlar sık sık gündem oluyor. Bu Türkiye’ye ait bir format mı?
Bildiğim kadarıyla evet. Ülkemizde yaşananlar da bu tür formatların oluşması ve işlenmesi için çok elverişli zaten.
Reality şovların kurgu mu yoksa gerçek mi olduğu merak edilir hep. Gündemi sık sık sarsan cinayet ve kayıp hikayeleri gerçek mi?
Televizyonlarda işlenen tüm cinayet ve kayıp hikayeleri kurguya ihtiyaç olmayacak kadar gerçek.
‘Kamera arkasında polisler var’

Peki, bu programların mutfağında kimler oluyor?
Gazeteci ve televizyon muhabirleriyle birlikte deneyimli polisler var. Örneğin Star TV ve Fox’ta cinayet büroda 20 yıl görev yapmış bir emekli polis ile birlikte çalışıyorduk.
Reality şovların kamera arkasında polisler mi çalışıyor yani?
Evet, neredeyse tamamında. Aralarında emekli polisler de dedektiflik büroları olanlar da var. Bu insanlara çok ciddi meblağlarda ödeme yapılıyor. Birlikte çalıştığım polis “Cinayet konusunda ABD’deki kolluk kuvvetlerine biz eğitim veriyoruz, onlardan çok ilerideyiz” derdi.
Türkiye’de bu kadar çok faili meçhul varken mi ilerdeyiz?
Şu bakımdan söylüyor, Türkiye’deki cinayetlerin çoğu plansız işleniyor. Failler, akraba ve hasımlar olduğu için çözülmeleri daha kolay oluyor. Bu yüzden bizde cinayetlerin çözülme oranı yüzde 80 civarındayken, ABD’nin yüksek suç oranlı bölgelerinde bu sayı yüzde 40’larda.
Cinayetlerin failleri de bu programlara katılıyor. Bu cesareti nerden buluyorlar?
Hikayenin taraflarından biri olarak ekrana çıkmazsa daha çok şüphe çekeceğini biliyor. Örneğin Palu ailesi… Adam ortada bir ceset olmamasına güveniyordu. Elinizde ceset ya da ciddi deliller yoksa bir insanı cinayet şüphelisi olarak tutuklayamazsınız. Dolayısıyla suçlular rahatlıkla sokakta gezdiği gibi ekrana da çıkabiliyor. Dikkat edin, suçluları canlı yayında sıkıştırdığınızda genellikle “Ortada delil yok ki” karşılığı verir.
‘Muhbirlik sosyal aktivite olmuş durumda’

Ekranın altyazılarında “Bize ulaşın” diyor ve ihbar hattı numaraları veriyorsunuz. Çok sayıda telefon alıyor musunuz?
Binlerce telefon alıyoruz. İnanılır gibi değil. Halkımız gerçekten de muhbir gibi çalışıyor.
Ne diyorlar peki?
Örneğin program için bir kayıp vakası üzerine çalışıyoruz. Telefonlar yağmaya başlıyor. Arayan biri diyor ki “Ben onu geçen gün gördüm. Mahallede yanımdan geçti.” Başka bir arayansa beş yıldır kayıp bir şahıs için “Bir ay önce karşılaştım ben bununla” diyor. Bir ay önce yanınızdan geçen bir insanı hatırlayabilir misiniz? Beş yılda insan değişmez mi?
Peki, neden arıyorlar o zaman? Bu yolla hangi ihtiyaçlarını gideriyorlar?
Hikayeye dahil olmak istiyorlar. Onlar da bu TV oyununun içine girmek istiyor. İzleyip bir kayıp fotoğrafını görüyor, arıyor ihbar hattını, karşısında onu ciddiye alan bir muhatap var. Çok keyif aldıkları bir sosyal aktivitede bulunuyorlar.
İzleyenler de, ihbar telefonları açanlar da büyük oranda kadınlar mı?
Artık arayan erkeklerin sayısı da oldukça fazla. Üstelik sadece kayıp ve cinayet hikayelerinde değil, izdivaç programlarında da erkek izleyenlerin sayısı çok yükseldi.
Vakalar size geliyor… Peki hikayeler nasıl seçiliyor? Öncelik sırası neye göre belirleniyor?
Yakın zamanda yaşanmış olmasına öncelik veriyoruz. Diyelim ki, bir cinayet işlenmiş ve faili belli değil… Önce bu haberi yapan muhabire, ardından da mağdurlara ulaşıyoruz. Bir ekip gönderiyoruz. Aile ile görüşüyor ve programa konuk olmaları için ikna etmeye çalışıyoruz.
İnsanları ekrana çıkarmak kolay mı?
Evet, bu konuda zorlanmıyoruz. Mağdur da, suçlanan taraf da ekrana çıkıyor. Genelde de yoksulları ikna etmek daha kolay oluyor.
‘Devlet cinayetleri çözmeye yakınken bu programlar işi bozuyor’

Müge Anlı toplumun bir kesimi tarafından cinayetleri çözen kişi olarak görülüyor. Adli makamların çözemediği cinayetleri Anlı nasıl çözebiliyor?
Müge Anlı çözmüyor zaten. Arka tarafta polis ve savcıyla çalışılıyor. Eğer kişi canlı yayında suçunu itiraf etmediyse olay yine kolluk ve savcılık tarafından çözülüyor. Ancak hikayeler anbean televizyonda işlendiği için izleyenler bu cinayetlerin Anlı tarafından çözüldüğünü sanıyor yani kolluğun başarısı sunucununmuş gibi görünüyor.
Müge Anlı’nın çalıştığı kanal hükümete yakınlığıyla biliniyor. Bu durum vakaların daha kolay çözülmesine yardımcı oluyor mu?
Hem de çok… Kanalın Atv olmasının çok ciddi avantajı var tabii ki. Öte yandan kolluk kuvvetiyle sıkıntıları da azami düzeyde.
Nasıl yani?
Taze bir cinayet düşünün… Araştırmasını yapıyor ve bulduklarınızı televizyonda gösteriyorsunuz. Bu durumda katilin de kaçması için ona yol yordam gösteriyor, bir manevra alanı açıyorsunuz. Cinayeti çözmeye yakınken, yayınladığınız bilgilerle kolluğun işini bozuyor ve katilin o cinayetten sıyırmasına katkı sağlıyorsunuz. Bu yüzden bir keresinde yayın yasağı getirmişlerdi bize.
‘Polisin mağdurlara Müge Anlı’yı işaret ettiği oluyor

Ancak kimi vakalarda polisin mağdurlara Müge Anlı’yı işaret ettiği, “O bulsun” dediği iddia ediliyor. Bu doğru mu?
Evet, bunlar oluyor. Bize de daha önce polise giden ama “Biz bakamıyoruz, televizyona çıkın daha çabuk çözülür” yanıtını alan mağdurlar geldi. Olay medyaya yansırsa, kolluğa talimatları veren savcılığın harekete geçmesi de çok daha hızlı oluyor.
Siz adliye muhabirliği de yaptınız… Savcıların önünde bekleyen dosya sayısı bu kadar fazla mı?
Çağlayan Adliyesi’nde görevliydim ve her savcıda bine yakın dosya olduğunu biliyordum. Halihazırda elinde bin tane dosya var ve her gün yağmaya devam ediyor. Zaten yoksulların, ne savcının kapısını çalıp dosyanın durumunu soracak ne de bir avukata takip ettirecek parası var. Dolayısıyla sistemsel bir sorun var önümüzde. Bürokrasi çok ağır işliyor.
Seçtiğiniz hikayelerin güncel olmasının önemini anlattınız. Seçilebilmenin başka kriterleri de var mı?
Mesela aile içerisinde birden fazla kayıp, cinayet, istismar varsa çok ilgi çekici bulunuyor. Ne de olsa burada bir seri durum var ve faili belli değil. Hikayenin ne kadar sürdürülebilir olduğu da önemli tabii.
Nasıl?
Hikayenin tümünü tek bir seferde yayınlayarak harcayamazsınız. En baştan gün gün kurgulanır. Bugün şu, yarın bu işlenecek, birkaç gün sonra tanıklarla, sonra muhtarla görüşülecek şeklinde planlarsınız. Böylece bir hikayeden 10 bölümlük bir seri yaratmış olursunuz.
‘Her mahallenin teyze başı var, tepkiler önceden kurgulanıyor’

Az önce cinayet ve kayıp hikayelerinin tamamının gerçek olduğunu söylediniz. Peki, izdivaçlar da mı gerçek?
Onlar tamamen kurgu işte. Ekrana çıkan kızlar da ajanslardan seçiliyor. Bir kısmı zaten maaşlı. Aralarında ayda dört bin lira civarında para kazananlar vardı.
Seyirci? Onlar da mı kurgunun birer parçası?
Evet. Ajanslardan 40 kişilik seyirci alınıyordu. Her mahallede bir ‘teyze başı’ olur zaten.
‘Teyze başı’ ne demek?
Tüm reality programlarında üç kişiye mikrofon uzatılır. Biri mahallenin ‘teyze başı’dır. Hep o konuşur, diğerlerine mikrofon uzatılmaz. İzdivaçlarda da bütün teyzelere çok cüzi miktarlarda para verirdiniz. Gelip stüdyoda otururlardı. Üzerinde alkış yazan kartları kaldırırdınız, alkışlarlardı. “Aaa!” yazan ve şok olmaları istenen kartlar gösterildiğinde de şok olurlardı.
Tamamı kurgu olan bu programlar ne kadar izleniyordu?
Açık ara zirvedeydiler. Daha sonra RTÜK tarafından yasaklandılar. Şimdilerde onun yerini Esra Erol ile boşanma programı aldı.
Burada amaç çiftlerin boşanmaması mı ?
Evet. Birbirlerine boşanma davası açmış kişiler stüdyoya çağrılıyor ve “Gelin, sorunlarınızı burada konuşun ve çözün” deniyor. Ne küfürler, ne tehditler… Tam bir rezillik dönüyor bu formatta.
‘Cinayet ve kayıp programaları, bu ülkenin yoksullarının mahkemeleri’

Cinayet ve kayıp hikayelerin neredeyse tamamı yoksullarda görülüyor. Pek çok insanın evine, mahallesine gittiniz. Nasıl bir yoksullukla karşılaştınız?
Anlatılmaz yaşanır bir yoksulluk. Varoşların da varoşu. Çok yoksullar, cahiller. Genelde kırsal, jandarmanın baktığı kesimlerden. Televizyonda parlak yaşamlar izliyorlar. Cinselliğe de telefondan hızlıca ulaşıyorlar. Sosyal aktivite yapacak paraları zaten yok. Dönüyorlar en yakınındakine, ona saldırıyor ve istismar ediyor. İşte bu yüzden televizyon ve bu programalar, bu memleketin yoksullarının mahkemeleri.
Biraz açar mısınız?
Ortada faili meçhul bir dava var. Bu insanların çoğu zaten parasızlıktan avukat tutamıyor. CMUK tarafından atanan avukatlar da ne yazık ki yardımcı olamıyor. Ne de olsa ağır bir dosya, tecrübe ve ciddi bir birikim gerektiriyor. Her şeyi bir yana bırakın, çoğu zaten parasızlıktan duruşmalara gidemiyor. Tebligat geliyor, okuyorlar ama anlamıyorlar.
‘Amaç fayda sağlamak değil, reyting almak’

Dolayısıyla araştırdığınız vakaların dosyalarında hiçbir şey yapılmadığını mı görüyorsunuz?
Büyük oranda evet. Mesela biri kalkıp “10 yıl önce öldürülmüş bir çocuğum var. Aynı zamanda cinsel istismara da uğramıştı” diyor. Dosyaları çıkarıp bakıyoruz ve büyük oranda hiçbir şey yapılmadığını görüyoruz. Bir yandan biz de o dosyalara televizyoncu kafasıyla bakmak zorundayız.
Yani nasıl bakıyorsunuz?
Dosyadaki alınmış ifadelere bakıyoruz ve en çarpıcı olanları seçiyoruz. Bunlar saçma ve hattta hikayeyi hiçbir yere götürmeyecek ifadeler olsa bile “Yarınki programın beş dakikalık yerini bu doldurur” diyerek veriyoruz.
Çok ağır dramların yaşandığı vakalar tüm çıplaklığıyla televizyonda anlatılabiliyor mu?
Hayır, RTÜK yayın yasağı koyabilir çekincesiyle anlatamıyorsunuz. Cinsel istismarın birçok ayrıntısını veremiyorsunuz. Oysa kayıp ve cinayet hikayelerinin neredeyse tamamında cinsel istismar var.
Bir de evlenme çağındaki kadınların kayıp hikayeleri var. Ailelere göre kızları kaçırılıyor. Bu işin aslı ne?
Burada da yine çoğu köylü ve yoksul. Birçoğu da aslında evlenecek paraları olmadığı için kaçıyor.
Nasıl yani?
İki genç evlenmek istiyor, aileler de biliyor. Ancak ortada düğün yapacak para yok. Tüm bu masraflara bir kılıf bulmak için kaçıyorlar. Bu hikayelerden birini televizyonda işliyoruz. Aile yalvarıyor “Kızım 17 yaşında kaçırıldı” diye. Kız arıyor ve “Ben gönüllü kaçtım” diyor. Oysa 18 yaşın altında olduğundan ailenin rızası dışında evlenemez. Suç. Kalktık köye gittik, birine mikrofon uzattık. “Ben de kaçtım” diyor. Diğeri “Evet, biz de kaçmıştık.” Anlayacağınız bütün köy kaçmış zaten. Herkes kaçak. Sonunda “Peki neden kaçıyorsunuz” diye sorduk. “Masrafsızdı çünkü…” dediler. Kaçarak altın, gelinlik, düğün, ev döşeme gibi tüm giderleri zamana yayıyorlar.
Bu programların yoksul kesimler için faydalı olduğunu savunan pek çok kesim var. İçinden gelen biri olarak siz ne düşünüyorsunuz?
Gün sonunda kanalı da yapımcısı da reytinge bakar. Kaldı ki bu programlar faydalı olma iddiasıyla yapılmıyor. Toplumun kültür ve donanımını yediden 77’ye etkileyen, besleyen TRT programlarını gördük. O dönemdeki programları göz önüne aldığımızda, reality şovlara nasıl ‘faydalı’ diyebiliriz ki? Özel kanalların tek derdi daha fazla izlenmek, reklam pastasından daha büyük dilim almak. Acı içine kıvranan bir ailenin dramını işliyorsunuz, failleri bulmaya çalışıyorsunuz… Ancak bir de bakmışsınız ki reyting getirmiyor. Hop! Hikayeyi “Bundan sonrası artık savcılığın takibinde” diyerek kesip atıyorsunuz.