Gazeteci Faruk Eren, Kısa Dalga Podcast’te yayınlanan ‘Söz’ programında, geçen günlerde hayatını kaybeden Türkiye siyasetinin önemli isimlerinden eski başbakan Mesut Yılmaz’ın siyasi hayatının portresini çıkardı.
Eski Anavatan Partili (ANAP) politikacılar Nesrin Nas ve Erkan Mumcu ile gazeteciler Faruk Bildirici ve Mirgün Cabas ile görüşen Eren, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi Rizeli olan Yılmaz için “Türkiye’ye damga vuran iki Rizeli politikacıdan ilkiydi. Kim bilir belki de yaptıkları ve yapamadıklarıyla ikincisinin önünü açmıştı” ifadesini kullandı.
Üniversite yıllarında apolitik bir genç olan Yılmaz’ın ani bir kararla 12 Eylül sonrası siyasete girmesiyle başlayan macerası, başbakanlıkla sonuçlandı. Kendisini ANAP genel başkanlığına taşıyan Turgut Özal’la yolları ayrıldıktan sonra liberal sağ bir çizgi tutturmak isteyen ancak ’28 Şubat döneminin başbakanı’ olarak tarihe geçen Yılmaz’ın siyasi hayatı, büyük ölçüde Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller’le rekabetle geçti.
Yılmaz’ın, partisi baraj altında kalmadan önce yaptığı hamleler Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik için gereken reformların yapılmasını sağlamak ve askerin siyasete müdahalesine karşı açıklamalar oldu. AKP döneminde bağımsız bir siyaset yürütmek istedi, ancak başarılı olamadı.
‘Konuşmaların arasına reklam alıyor’
‘Hanedanın Son Prensi’ adlı kitabında Mesut Yılmaz’ın biyografisini yazan gazeteci Faruk Bildirici: “Mesut Yılmaz için ‘Konuşmaların arasına reklam alıyor’ diye espri yapılırdı. Çok ağır konuşurdu. Bildiğim kadar Hasan Celal Güzel ona ‘Dikkat et, düşünerek konuş hata yapma’ diye öneride bulunmuş. Dışişleri Bakanlığı’nda da çok sert bir bakan aslında. Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher’le bir tartışmasını hatırlıyorum. Araya Ali Bozer girmese Almanya ile ilişkileri resmen kopartacak bir tartışma yaşıyor. Diplomatik kıvraklığının çok olmadığını söyleyebiliriz. Askerlerle ilişkisi hep bir yandan dostlukla bir yandan çatışmayla gidiyordu. Kısa süreli ilk başbakanlığını saymazsak, iki başbakanlığında da askerlerin ciddi etkisi var.”
‘Pamuk, Nobel kazanınca kutlama yapıp kadeh kaldırdı’
Anavatan Partisi’nin 5’inci genel başkanı Nesrin Nas: “Sert görünümlüydü ama çok esprili biriydi. Futbolu çok severdi. Onun televizyonunda haberler filan açık olmazdı. Mutlaka bir spor karşılaşması açık olurdu. Yaşar Kemal’le çok iyi bir dostluğu vardı. Onunla görüşmeyi, sohbet etmeyi severdi. Bu biraz da ikisinin entelektüel düzeyinden kaynaklı bir dostluktu. Okumayı çok severdi. Orhan Pamuk’un Nobel ödülü aldığı gün Mesut bey, ben ve iki kişi, akşam yemeği yiyip kutlama yapmıştık, kadeh kaldırmıştık. ’28 Şubat’ın başbakanı’ olmaktan son derece rahatsızdı. Ama bize hep şunu söylüyordu: ‘Eğer ben bu görevi almasaydım, çok daha sert bir darbe olabilirdi. Ben onun önünü aldım.’”
‘O da Anavatanlı’ydı, ben de; yenilmiştik’
Mesut Yılmaz’ın çalışma arkadaşlarından olan ama bir süre bir süre sonra yolları ayrılan Erkan Mumcu: “Tereddüt etmeden söyleyeceğim ilk cümle, birikimli bir insan olduğu. Eleştiriye de açık bir şahsiyetti. Özellikle askerlerin siyasal alana ilişkin rollerinden hem kaygılı, hem rahatsız, bir parça da tedirgin bir siyasetçiydi. Özellikle Avrupa Birliği muktesebatın üstlenilmesi konusunda samimiydi. Ben ısrarla, 28 Şubat etkisinin merkezi, daha devletçi ve laikçi bir noktaya çekmesiyle sağın radikal bir alanda kaldığını, kucaklamasının yolunun devleti daha liberal bir yere çekmekten geçtiğini düşünüyordum. Devletçi ve laikçi statükocu eğilimlere meydan okumak gerektiğini söylüyordum. O da bunu Türkiye’yi istikrarsızlaştıracak bir şey olarak görüyordu. Kimin haklı kimin haksız olduğunun önemi yok. O da Anavatanlı’ydı, ben de. Yenilmiştik. Anavatan Partisi’nin sahip olduğu zihniyet ne yazık ki yenilmişti.”
Las Vegas’ta kumar masasında bir başbakan
Başbakanlık muhabiri olarak Mesut Yılmaz’ı izleyen bir başka gazeteci Mirgün Cabas: “Geceleri çok geç yatardı. Uzun sohbetleri oldurdu. Kağıt oynamayı severdi. 2010 yılında Las Vegas’a gittim. Otelde asansöre doğru giderken Berna Yılmaz’la karşılaştık. Selamlaştık ama ben arkasından Mesut Yılmaz’ın geleceğini ve karşılaşmamızdan rahatsız olacağını düşündüğüm için oradan çekildim. Ama gecenin ilerleyen saatlerinde bir oyun masasında gördüm. Talihsizliği Tansu Çiller gibi biriyle karşılaştırılmasıydı. Tansu Çiller hiç öyle olmadığı halde muhafazakar, milliyetçi gibi davranan bir siyasetçiydi. Mesut Yılmaz daha liberal, özgürlükçü biriydi. Yılmaz’ın handikapı Tansu Çiller ile rakip olmasıydı. 2001 yılında Mesut Yılmaz’ın askerle karşı karşıya gelmesine neden olan birkaç çıkışı var. Bana, ‘Ben askerlerin gerilemesi gerektiğini düşünüyordum. Bunu MGK’da da söylüyordum. Bekliyordum ki siyasetçiler benim arkamda dursunlar. Ama siyasiler hep askerin arkasında saf durdu. Benim de daha fazla ilerlememe pek fazla alan kalmıyordu. Bir askerle bir sivil karşı karşıya geldiğinde doğal olan, elinde silah olmayanın geri adım atmasıdır’ demişti.”