Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Tarihin bazı anları geliyor, bu düzeni var kılan politik ekonominin işler hatları çıplak göze beliriyor. Sık kullanılmış patikalar gibi değil, kötü ameliyat yaraları gibi dağları, ormanları tıraşlayarak açılmış yollar bunlar. Binlerce yıllık geçmişle ve henüz dün atılmış cilasıyla övünülen devlet aklını bir süpermarkette kasiyere çay paketleri, ayçiçek yağı şişeleri uzatırken görüveriyorsunuz; bugünün cilası da boykotu boykot ederek halkı tekrar para harcamaya özendirmek. Bu mitolojik telaş bir perdeyi çekiveriyor, yurttaşlığı sandık mevsimlerinde oy atmaya ve sonra susmaya, susup da müşteri, tüketici olmaya indirgeyenler sahne kostümsüz yakalanıyor.
Zaman ayarlarımızla çokça oynandı ama beş yıl önce tam bu zamanlar başka bir vesileyle tüm dünyada bazı perdeler yerinden oynamıştı. Bu yüzyıla denk düşen pandemi deneyimi, ölüm korkusuyla başlayıp kapatılma şokuyla sürerek, tüketime, hayattaki önceliklere dair zihinler, gönüller açmıştı. O günlerde metropol sokaklarına inen hayvanlar daha da vahşileşecek kapitalizmi haber ediyormuş o bilge hayvanca dilleriyle. Sonrası ücretlerde ve çalışma koşullarında norm haline getirilmek istenen dramatik bir kötüleşme, daha da despotlaşan sermaye, proleterleşen öğrenciler, yoksullaşan orta sınıf, açlık sınırına terk edilen yoksullar oldu.
Başka perdelerin de kalkması gerekiyor demek gözümüzden. Sermaye kadar hareket halinde olmak, öyle cevap vermek gerekiyor. Önce nefes almak lazım. Bir yandan da nefes almaktan ibaret kılınmaya çalışılan hayat üzerine düşünmek; kimsenin kölesi, tebaası, askeri, neferi olmadan kurulacak bir düzen. Hayatı neyi isteyerek geçirdiğimiz de önemli.