MURAT SEVİNÇ
Anayasal belgeleri (Tanzimat, Islahat vs.) bir yana bırakırsak, Osmanlı-Türk anayasacılığı 1876’dan başlayıp bugüne yol alır. 1909 değişiklikleri, 1921, 1961 ve 1982 Anayasaları, çok sayıda anayasa değişikliği. Anayasacılığımızın bir özelliği, er ya da geç Batı’yı, Kıta Avrupası geleneğini takip etmiş olması. Son derece zengin, sorunları ve övünülecek yanları olan bir tarih.
Her anayasa, bir yandan dönemin koşullarını, o anki gereksinimleri, siyasi mücadelenin vardığı noktayı yansıtır, belli ilkeler ve ideoloji üzerine inşa edilir. Türkiye’de, özellikle 1961 ve 1982 anayasaları, kendilerinden önceki döneme tepki niteliğinde düzenlemeler içeriyordu. Buna mukabil, belli bir hat izlenmiş ve 2017’ye dek ana rotadan sapılmamıştı. O rota, ‘meclis üstünlüğü’ ilkesi ve hükümet biçimi olarak ‘parlamenter sistem’ tercihiydi.
AKP 2002’de iktidara geldi ve bana kalırsa 2007 yılından itibaren ‘AKP anayasacılığı’ devri başladı. 1982 Anayasası’nda o güne dek yapılan anayasa değişiklikleri (bir-iki istisna olsa da), hemen her zaman temel hakları güçlendirmeye ve AB hedefine yönelikti. 2007 yılı milat oldu ve 2007, 2010, 2017 değişiklikleri bir parti/hareketin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirildi. Bu arada, 2007 yılında AKP’nin anayasa projesi (Özbudun Taslağı) ortaya konmuş, parlamenter sistem öngören söz konusu girişim kısa sürede gündemden düşmüştü. O birkaç yılda, AYM’nin 367 kararı, parti hakkında açılan kapatma davası gibi aklı evvel ‘ulusalcı’ girişimlerin ise AKP’nin çok işine yaradığını hatırlamakta yarar var.
2007’de AYM’nin ‘367 fantezisi’ AKP tarafından ‘Allah’ın lütfuna’ dönüştürüldü ve Türkiye sağcısı-İslamcısının tarihsel düşlerinden olan ‘cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine’ ilişkin değişiklik yapılarak halkoylamasında kabul edildi. Sonrası malum. 2010’da ‘yargı sorunu’ süslü püslü bir paket içinde halledildi. 2017’de ise bir asırlık parlamenter sistem çöpe atılarak anayasa tarihimize yabancı, iyi kötü yerleşmiş bir geleneği alaşağı eden, demokratik sistemlerde eşi benzeri olmayan bir hükümet sistemi kabul edildi. Nasıl oldu bu iş? Halkoylaması günü ‘kural değiştirilerek‘ atı alanın Üsküdar’ı geçmesiyle. Sonuç ortada.
2007 yılı ve ardından yaşananlar, sonunda parti-devlete varan özgün bir deneyim. AKP anayasacılığı 2011-2012 yıllarına dek büyük ölçüde, adı sanı bilinen liberal anayasacıların omuzlarında yükselirken, sonrasında özüne döndü ve 2017 anayasa değişikliği tümüyle parti çevresinin eseri oldu. Ancak 2007-2012 arasında verilen destek, özellikle 2010 halkoylaması sürecinde 1982 Anayasası’na yönelen hayli küçümseyici dil, anayasanın yıllar içinde askıya alınmasında etkili oldu. Bugün ‘darbe anayasası’nın temel ilkelerinin uygulanmasına muhtaç haldeyiz.
Turgut Özal, “Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz” dediği için yıllarca eleştiri konusu olmuştu. Bugün o anayasa askıda ve kum torbasına dönmüş durumda. Öyle ki, Kılıçdaroğlu da dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden olan o absürt değişiklik yapılırken, söz konusu girişimin ‘aykırı’ olduğunu bile bile destekleyeceklerini açıklamaya çekinmedi. İşin içinde HDP’li vekiller olduğu için herhalde, gerekli muhalif kamuoyu tepkisi de gösterilmedi doğrusu. Bak şimdi, yine kimlikçilik yaptım durup dururken, huy bu, can çıkmadan çıkmıyor! Sonuç olarak, anayasaya aykırılığı bilerek desteklenen o değişiklik sonrasında cezaevine girenlerin büyük çoğunluğu hâlâ orada.
Şimdi yeni bir anayasa tartışması başlar gibi, ama başlamaz gibi de! Muhtemel tepkiler yoklanıyor anladığım kadarıyla. Hâlihazırdaki cumhurbaşkanı, bir kez daha aday olabilir mi, olamaz mı? Bu konuyu dört yıl önce yazdım, aynı şeyleri yinelemek istemiyorum. Okumak isterseniz, ‘Hayret verici bir anayasa yorumu’ burada.
2007 yılındaki o meşhur (2007 Ocak ayında Radikal 2’de kaleme aldığım yazıyı internette bulamadım!) ‘367 tartışması’ bile, eninde sonunda bir anayasa tartışmasıydı, ortada bence (aynı yönde düşünenlerce) kabul edilemez olsa da, bir ‘argüman’ vardı. Şimdi o da yok. Neymiş efendim, 2017’de yeni sisteme geçmişiz, bu yüzden Erdoğan’ın 2014’te ilk kez seçilmesi sayılmazmış vs. Çocuk olsa söylemez bunları. Anayasa hukukunda böyle bir yorum mu var, ne demek ‘Yeni sisteme geçtik, ilki sayılmaz’!
2017’de Anayasa’nın bazı maddeleri değiştirildi, bazı hükümlerine ise dokunulmadı. Şimdi önümüzde bir metin var; açar okursanız, yalnızca meclis ‘erken seçim’ kararı alırsa yeniden (üçüncü kez) aday olabileceğini, seçim zamanında yapılır ise aday olamayacağını görürsünüz.
Ayrıca, nasıl da gereksiz bir tartışma bu, eğer üçüncü kez aday olması isteniyorsa, seçimden kısa süre öncesine erken seçim kararı alınması için muhalefeti ikna ederler, olur biter. Muhalefetin bu seçeneği kabul edeceğine kuşku yok ki. Bir kez daha: İki kez seçilmiş biri için üçüncü kez adaylık, ancak meclisin erken seçim kararı alması durumunda mümkün. Anayasaya neresinden bakarsanız bakın, isterseniz tersten okuyun, durum bu.
Peki nasıl oldu bu küçük aksilik? İşte orası muamma! Bana kalırsa düşünmediler, akıllarına gelmedi böyle bir sorun çıkabileceği. Eğer gelseydi bir ‘ek madde’ (görevdeki cumhurbaşkanının kaç kez seçime girebileceğine ilişkin) koyarlardı değişiklik yasasına. O liberal anayasacıların elini bırakıp ‘öze dönme’nin bazı öngörülemeyen sakıncaları oldu belli ki…
Kemal Kılıçdaroğlu, bu tartışma yeniden başlar gibi olunca birbiriyle çelişen ya da öyle görünen, belki de yanlış aksettirilen muhtelif açıklamalar yaptı. Sonunda, eğer yanlış anlamadıysam, ancak ‘erken seçim olursa’ üçüncü kez adaylığın mümkün olabileceğini belirtmiş.
Kılıçdaroğlu’nun ve diğer muhaliflerin durumunu, endişelerini anlamak mümkün. AKP’nin yeni bir mağduriyet peşinde koştuğunu düşünüyorlar ki, olabilir, sonuçta en iyi bildikleri iş. Hatta, havuzlarında ‘Muhalefet yeni bir 367 peşinde’ yaygarası koparmışlar bile. Buna mukabil, köprünün altından çok su aktığı da bir gerçek. Ne Türkiye, ne iktidar, ne muhalefet, ne anayasal sorun aynı. 2007’deki 367 kararı yanlıştı. Bugün iktidar ve çevresindeki mânasız halenin savunduğu, yanlış.
Anayasa’nın açık hükümleri savunulmalı mı, gerek var mı, yoksa bir kez daha görmezden mi gelmeli… Bir kereden bir şey olmaz mı… Muhalefetin önceliği anayasayı korumak mı, yoksa iktidarın değirmenine su taşımamak mı… AKP bu tartışmayı köpürtüp yeniden, yeniden, yeniden, yeniden, yeniden ve yeniden mağdur olabilir mi… Anayasayı savunmaya kalkarsak endişeli muhafazakârlar daha da endişelenir mi…
Görüldüğü üzere muhterem okur, konuşulanların, tartışılanların, ihtimallerin anayasa ve anayasa hukukuyla pek ilgisi yok. Hal böyleyken, muhtemelen bu tartışmanın seyri de anayasa ve hukukuyla ilişkisiz gelişecek. Yaşayıp göreceğiz.
2022 yılı itibarıyla, anayasa tarihimizin ‘Samtaymz, evriting samting hepınd’ aşamasındayız. İtiraf etmeliyim, insana rahatlık, huzur veren bir yer bu. Anayasanın, hukukun o bunaltıcı cenderesinden çıkıp rahat bir nefes aldığımız, “Oh be, neydi o anayasalı günler” dediğimiz bir aşama. Muhalefet de galiba bu vahim dönemi, ‘Luk et dı tebıla’ taktiğiyle savuşturma niyetinde…
Not: Ola ki başlığı anlamayanlar için, ilgili videoyu buraya bırakıyorum.
Yazı önerisi: Ümit Kıvanç’ın, ‘Hegemonya kalkanı olarak hassasiyet‘ başlıklı yazısını buraya bırakıyorum.