MURAT SEVİNÇ
İnsan hakları konusunu anlatırken en güç iş, sizi dinleyene, toplumun diğer fertleriyle eşit bir ‘insan’ olduğunu anlatabilmektir. Yadırgatıcı değil mi? Bir ‘insan’a, eşit ‘insan’ olduğunu belletmenin zorluğu…
Sokağa çıkıp ilk gördüğünüze, ‘Başbakan da siz de insan, yurttaş ve eşitsiniz’ deyiverin. Alacağınız yanıt, büyük olasılıkla ‘O nasıl söz?’ olacaktır. Sınıfsal farklılıklar ve cinsiyete, etnik/dini mensubiyete dayalı ayrımcılık, insana insanlığını unutturur çünkü.
Oysa diğer tüm sıfatlar ‘sonradan’ edinilir. Ayrıca, ‘insan hakları’ denilen alan, ‘Bilmem kim insan mı ki insan hakkı olsun?’ anlayışını, tümüyle dışlar. Evet, o bilmem kim ‘insan’dır ve belli hukuksal istisnalar haricinde, ‘diğeriyle’ eşit haklara sahiptir.
Bu girişi neden yaptım? Lafı neden uzatıyorum? Büyük ölçüde çaresizlikten.
Duymazdan/görmezden gelmek mümkün olmadı

Fotoğraf: DHA
Hiç hesapta yokken, malum Samsun Müftüsü’nün incileri üzerine yazmak için oturdum klavyenin başına. Müftüyü duymazdan/görmezden gelmek mümkün olmadı.
Yazı, insan haklarının ‘insan’ kabulüyle başladı; kendiliğinden. Çünkü o müftü de bir ‘insan’ ve ‘yurttaş.’ Diğer nitelikleriyse, sonradan eklenenler. Okuduğu okullar, aldığı sıfatlar, atandığı görevler, kullandığı kamu yetkisi vs. Her insan gibi ‘çıplak’ ve ‘önyargısız’ doğup Türkiye toplumu/iklimi içinde, bugünlere gelmiş. İmam hatip bitirmiş, ardından ilahiyatta ve birkaç yıl İngiltere’de okumuş. Doktora tezi yazmış. ‘Yardımcı doçent’ unvanı almış. Ardından Samsun Müftüsü olarak atanmış vs.
Görevini yerine getiriyor!
Müftü, bir kamu görevlisidir. Diyanet’e bağlı taşra görevlisi. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Anayasa’da yer alır (136) ve ‘dini’ kurum değildir. Din işlerinden sorumludur, buna mukabil ‘genel idare’ içindedir. Yani DİB de, diğer ‘kamu kurumları’ gibi laiklik ilkesine uygun hareket etmek zorundadır. Türkiye’de hak getire, bu başka konu…
‘İl ve ilçe müftülükleri’ DİB’in 1965 tarihli, 633 sayılı Yasa’sına göre, Taşra Teşkilatı başlığı altında düzenlenmiştir (8). Görev ve yetkileri, başkaca hükümlere de serpiştirilmiş durumdadır. Yapıp edebileceklerinin sınırları çizilmiştir. Görevlerinden biri, ‘toplumu vaaz, hutbe, konferans gibi etkinlikler yoluyla dini konularda aydınlatmak.’ Samsun Müftüsü, yaptığı konuşmayla toplumu aydınlatma görevini yerine getiriyor anlayacağınız.
Ne demiş peki? Basında yer aldığı haline göre şunları: “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 17 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır. Şehvet öyle bir şeydir ki, sınırda durmazsanız, duracağınız hiçbir yer yoktur. Allah-u Teala ‘Cahiliyetin kadınları gibi sergilemeyin, göstermeyin’ diyor. Gençlerimiz sadece Allah’ın huzurunda eğilmelidir. Hür gençler olarak onları yetiştirmeliyiz. Anneler, babalar çocuklarımızı sevelim. Öğretmenler çocuklarımızı okutalım, vakıflarımız, görevlilerimiz çocuklarımızı yetiştirelim ama bizim için değil, Allah için yetiştirelim.”
Geçilim mi geçmeyelim mi?
Laik devletin kamu görevlisinin, bir toplantıda, resmi hüviyetiyle ‘Allah için çocuk yetiştirmek’ hedefinden söz etmesini vs. geçelim. Türkiye, Anayasa’sında yer almasına karşın laik devlet değil, olsaydı tartışırdık.
“18 yaşındaki insanın zinası” ifadesini de geçelim. Eğer ‘Geçmeyelim’ derseniz, ne yapalım? Hukuk karşısında 18 ile 45 yaş arasında bir fark olmadığını mı anlatalım? İlişkinin, reşit olmuş bir yurttaşın ‘özel yaşamı’ olduğunu mu, yoksa hukuk sistemimizde ‘18 yaşını aşıp henüz evlenmemişlerin özel yaşamı olmaz’ şeklinde bir kural/ilke/hüküm olmadığını mı hatırlatalım?
Asıl can yakan verdiği örnek
Bana kalırsa, tümünü boş verelim. Boş verelim ki asıl ‘can yakıcı’ olan, iyice görünür olsun.
İnsanı asıl ‘sözsüz’ bırakan, müftünün inancının bazı temel yasaklarını anlatması ya da dinleyicileri dinin emirlerine uymaya davet etmesi değil. Sorun, dinleyicileri ikna etmeye yönelik örneğini, ‘17 aylık bir bebeğe tecavüz’ üzerinden vermesi.
Bir din adamından, ‘yetişkin’ bir yurttaş ve kamu görevlisinden söz ediyoruz. Muhterem, ‘şehvet’ konusuna çok kafa yormuş belli ki. Nasıl bir duygu olduğunu anlatırken kantarın topuzunu kaçırıp ‘yetişkin cinselliği’ni, ‘bebeğe tecavüz’ örneğiyle taçlandırıyor. Ona göre, ikisi de aynı ‘şehvet’ kapısından giriyor zira.
Günümüz ideolojisini, iktidarını seslendiriyor
Bir başka dönemde olsa hafif tabirle ‘münasebetsizlik’ ya da ‘lafını bilmezlik’ deyip geçilebilirdi. Ancak müftü, günümüz ideolojisini, iktidarını seslendiriyor. Haliyle topluma bakışı ve yorumları, her birimizin yaşamını, geleceğini ilgilendiriyor.
Müftü, özgüvenli. Çünkü zımni iznini, dönemin ruhundan alıyor. DİB inceleme başlatmış vs. Geçelim bu bildik prosedürleri…
O müftü, insanı çaresiz hissettiren bu rahatsız edici örneği verirken toplumun azımsanmayacak bir kesiminden ve siyasetçiden destek göreceğini biliyor elbet. Bir değil iki değil, çok sayıdalar.
Dekolte tercih eden kadına, erkek ile aynı merdiveni kullanan kadına, kahkaha atan kadına tahammülleri olmayanlar… Başka bir şey düşünemiyor gibiler. Akıllarını ‘kadın’ cinsi ile bozmuş durumdalar ve bu son derece tehlikeli varlığı nasıl kontrol altına alacaklarını bilemez haldeler.
Müftü, sırtını ‘sağlam irade’ye dayamış durumda. Çok iyi biliyor ki, ‘yedirmezler.’ Hatta taltif edilir.
Çapulcu ateistler meşgul zaten
Üç beş ‘çapulcu ile ateistin’ göstereceği tepkinin kıymeti yok. Onlar zaten deri pantolonları ve çıplak gövdeleriyle sabah akşam zina peşinde koşuyor ve zinadan arta kalan zamanda ‘türbanlı bacı’ taciz edip camide bira içiyorlar!
Üstelik aynı toplantıda vali de söz alıp 20. yüzyılda ‘ateizmin ve Marksizmin’ teşvik edildiğini buyurmuş, o derin tarih ve kuram bilgisiyle. Yani ‘konferans’ta, memleket insanı yalnızca tecavüzcülere değil, komünizm ve ateizm tehlikesine karşı da uyarılmış.
Sonuç? İşte sonuç, bu ‘örnek’ oluyor. Hiç çekinmeden, duraksamadan, fütursuzca, ‘17 aylık bebeğe tecavüz’ örneğini verebiliyor müftü.
Kendisi gibi düşünenlerden aldığı güçle, kendisinden farklı düşünüp yaşayanları, bir çırpıda potansiyel ruh hastası ilan etme pahasına. Eğer evlilik dışı ilişki yaşayacak kadar ‘şehvetliyseniz’ her an 17 aylık bir bebeğe de tecavüz edebilirsiniz. Aman ha diyor, müftü. Malumunuz ‘şehvet’, kötülüklerin anasıdır.
Ya diğer kötülüklerin anası?
Tam da burada, yolsuzluk ve devlet şiddeti ile yurttaşa yönelmiş diğer kötülüklerin anası kimdir sorusu geliyor akla ister istemez. Ama bizim ‘müftügiller’ bu konuları konuşmaktan yana değil. Din bilgisi dersi, konu yolsuzluk ve şiddete, kaba sabalığa, ırkçılık ve mezhepçiliğe geldiğinde, elektrikler kesiliveriyor, aniden!
Öykünün kahramanı olan müftü de bir ‘insan.’ Yurttaş ve kamu görevlisi. Aynı toprakta yaşıyoruz. Eşit haklara sahibiz. Sanırım, şu ya da bu ölçüde insan hakları alanına bulaşmış olanlar için, ‘insan’ kavramının bazen büyük bir zulme dönüşmesinin nedeni de böylesi vakalar oluyor.
Ne yapmalı? Hiç olmazsa, adını anmadım! Gerek de yok. Bir değil iki değil, hangi birini anacaksın?