
MERT TANAYDIN
mert.tanaydin@gmail.com
Özgün bir kesişim: Yirminci yüzyılın ortalarına yakın bir dönemde, 1930’larda Avrupa’nın ortasında, ‘Mitteleuropa’ olarak adlandırılan kesimde, dünyanın halleri öyle bir boyut alır ki insanların kendi küçük meseleleriyle ilgilenerek yaşamaları imkânsız olur.
Bunun savaşla bir ilgisi olduğunu düşünebilirsiniz ama savaştan çok daha önce yaşanan başka olaylar bu döneme özgünlüğünü verir, ne de olsa öncesinde de sonrasında da savaştan, kavgadan bol şey yoktur, hatta daha 15-20 yıl önce dünyanın en büyük savaşı yaşanmıştır. Daha önemlisi muhtemelen bilindik idari düzenlerin bu büyük savaş sonucunda dağılması, mecburiyetten daralan bir idari düzene bir de ekonomik hüsranların ekleneceği dünya çapında bir buhranın yaşanması ve nihayetinde kurtarıcı görünümlü sert kadroların idareyi ele almasından sonra muazzam tasfiye hareketlerine geçmesiydi. Her şeyin çok hızlı değiştiği bu dönemde belki de insanların güven duyabileceği hiçbir şey kalmıyordu ve hızla Avrupa tarihinin göreceği en büyük baskı ve savaş dönemi yaşanmaya başlanacaktı, milyonlarca insanın canı pahasına.

İşte bu dönemde ağırlıklı olarak Almanca’nın konuşulduğu ‘Mitteleuropa’ bölgesinde, İsviçre gibi tarafsız kalabilmiş bir ülke de dahil, eski Prusya/Alman Federasyonu ve eski Avusturya-Macaristan topraklarında, hatta dönemin bir başka sıkı idaresi Sovyetler’le savaşa tutuşulduğunda üzerinden geçilecek Ukrayna’dan Romanya’ya bir zamanların Galiçya’sında yaşamış pek çok yazar ve düşünür, bu dönemi anlatan pek çok irili ufaklı yapıt ortaya koymuştu. İlginç bir tesadüfle biz yakın dönemde Stefan Zweig, Franz Kafka, Joseph Roth gibi bu yazarlardan bazılarını çeşitli çevirileriyle çok satanlar listelerimizde görüyoruz.
Hermann Broch, Thomas Mann, Robert Musil gibi bazılarının da devasa başyapıtlarının dilimize aktarıldığı müjdeleriyle karşılaşıyoruz. Elias Canetti, Ernst Jünger, Hans Fallada, Günter Grass gibi dönemin farklı veçhelerini ele alanların kitapları da sık sık yayınlanıyor. Walter Benjamin, Siegfried Kracauer, Karl Kraus, Theodor Adorno gibi kültürel eleştirmenlerin metinlerinden dönemin kültürünü de öğrenebiliyoruz. Hatta Sebastian Haffner’in ‘Bir Alman’ın Hikâyesi’ ya da Hannah Arendt’in ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ gibi kitaplarda bizzat tanıklıklar üzerinden dönemin koşullarını okuyabilmemiz de mümkün.
Bahsi geçen pek çok yazarın yapıtının yazıldığı yıllarda o sıkı idareler tarafından kara listelere alındığını, yazarlarının derdest edilmek üzerine peşlerine görevlilerin salındığını, hayat koşulları radikal değişirken kiminin durmadan sürgünde yaşamak durumunda kaldığını, kiminin psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklara yakalanarak erkenden öldüğünü belirtmek gerekir. Buna rağmen geride bıraktıkları yapıtlarda, yoğun kavgaların ve dolandırılmaların yaşandığı çalkantılı zamanlarda sert ve yumuşak idarelerin ve bu idarelerde yaşayan insanların kaderlerini okuyabiliyoruz, böylece istersek kendi koşullarımızı nasıl yönlendirebileceğimizi daha iyi belirleyecek bir bilgeliğe ulaşabiliyoruz.

‘Mitteleuropa’nın kaderine şu dönemde bizzat yoğun bir ilgiyle yaklaşmamın pratik bir sebebi de var: Robert Musil’in bitmemiş, bir bakıma yazdıkça daha da giriftleşmiş, ömrünü tüketmiş başyapıtı ‘Niteliksiz Adam’ın Ahmet Cemal’in 2017’deki vefatıyla yarım kalmış çeviri serüveninde, çevirmen M. Sami Türk’ün yapıtı en baştan ele alıp çevirdikten sonra, yeni yayıncısı Aylak Adam ekibinin meşakkatli çabaları sonucunda dört cildini birden yayınlamasıyla geçtiğimiz yılın sonunda okurlara büyük bir sürpriz yapılmış olması.
Gerçi kaotik yayıncılık dünyasında sıradan bir okurun bu ‘Niteliksiz Adam’ ciltlerine ulaşması hem kolay hem de hiç kolay değil: Sadece tek bir zincir kitabevinde satışa sürüldüğü için bu kitabevinin müdavimi olmayanlar veya kitabın siparişini internetten vermeyenler, muhtemelen henüz uğradıkları bir kitabevinde bu kitapları göremediler.
Son yılların okurlar açısından en önemli sorunlarından biri de tam bu: Artık herhangi bir kitabevine gidildiğinde her çıkan kitap ya da her yayınevinin kitabı okurların karşısına çıkmıyor, yayıncı-dağıtımcı-kitapçı üçgenindeki çetrefilli ilişkiler nedeniyle bazı kitaplar bazı kitapçılarda bulunabiliyor bir süreliğine, sonra hızlıca depolara ve dolayısıyla internet sitelerine çekiliyorlar, üstelik bu durum bir zamanların mahalle/cenah farklarından da kaynaklanmıyor bir süredir, garip ekonomik-kişisel anlaşmalar/anlaşmazlıklar yapıtların kaderini belirliyor.
Ahmet Cemal’e göre İmpkralya, M. Sami Türk’e göre Kakanya olarak dilimize aktarılan ve aslında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kurgusal versiyonu olan ülkede, ‘Ecinniler’in mizahi versiyonu diyebileceğim bir komplo kurgusu peşindeki çeşitli karakterlerin, ana karakterimiz ‘Niteliksiz Adam’ Ulrich sayesinde birbirlerine teyellendiği, bu esnada da Robert Musil’in neredeyse bitimsiz bir şekilde insan, dünya ve aşk halleri üzerine felsefi söylevlerini dokuyabildiği bir yapıt söz konusu.
‘Mitteleuropa’da 1931 ve 1933 yıllarında ilk ciltleri yayınlanan ve Naziler tarafından kara listeye alınmakta gecikmeyen ‘Niteliksiz Adam’ın bizde de yayınlanmış dördüncü cildiyse, Ahmet Cemal’in çevirdiği ve YKY tarafından yayınlanan ‘Yaşarken Açılan Miras’ın tersine ölümünden sonra terekesinde bulunan taslaklardan hareketle oluşturulmuş postmortem bir yapıt.
Bugün Robert Musil’i, ‘Niteliksiz Adam’ı, dönemin koşullarını daha iyi anlayabilmemiz için şansımız da fazla, ne de olsa yazarın ‘Günlükler’i de Ahmet Arpad çevirisiyle Everest Modern Klasikler’den yayınlandı yine geçtiğimiz yıl. Kişisel olarak bu okumalarımda dikkatimi en çok çeken şey, dolandırıcılık olarak adlandırılabilecek müthiş tezgâhların her kesimden insanın kafasında kurulması ve gittikçe daha kompleks hale gelerek muazzam yıkımlara zemin hazırlaması oldu. Günün birinde bu açıdan bir başyapıt olan Hermann Broch’un ‘Uyurgezerler’i de dilimize bir sürpriz yapılıp aktarılırsa, güvenin bu kitlesel istismarını daha iyi anlayabiliriz.