ÖNDER ALGEDİK*
13 Mayıs 2014’te yaşanan facianın ardından hazırlanan savcılık fezlekesinde Soma madeninin ‘ne pahasına olursa olsun’ işletildiği ifade ediliyordu. Bu ifade sadece Soma madeni için değil, Türkiye’nin kömür politikası için geçerli.
Türkiye’nin kömür madenciliği tarihi, kazalarla dolu. Madencilik tarihi, aslında 2004’ten sonra tekrar yazıldı ve bu tarih yeni türden kazaları öne çıkardı.
Yeni model yeni felaket
80’lerde kamuya ait maden sahaları, önce elektrik üretimi olan sahaların Elektrik Üretim A.Ş.’ye devredildi. Sonrasında da hizmet alımı, rödovans modelleri ve son termik santral özelleştirmeleriyle özel sektörün ağırlığı iyice arttı. Yeni geliştirilen modellerin hepsi yeni bir madencilik felaketini ortaya çıkardı.
2007’de ihale edilen Afşin-Elbistan B termik santraline kömür sağlayan Çöllolar sahasında, 2011’de dünya tarihinin sayılı maden kazalarından biri yaşandı. 6 ve 10 Şubat’ta iki ayrı kazada 11 kişi öldü; meydana gelen heyelan sonrası 70 milyon metreküp toprağın altında kalan sekiz işçi hala çıkartılabilmiş değil!
Soma kazası ise can kaybı açısından bir utanç rekoru oldu. 1992’de Kozlu maden kazasında 263 kişi yaşamını yitirmişken, rödovans garantili üretimin sonucunu 301 can kaybıyla Soma’da gördük.
Hizmet alımı modeliyle Çöllolar, rödovans garantisiyle Soma faciasını yaşadık. Özellikle 2005 yılından sonra geliştirilen bu modellerle devletin kömüre sağladığı imtiyazlar bununla sınırlı kalmadı. Şimdi de devlet rödovans yoluyla elektrik üretimi modelini hayata geçiriyor. Sonuçlarını ise yatırımlar tamamlandığında göreceğiz.
Peki ya doğa?
Türkiye kömürü çıkartmak pahasına her şeyden vazgeçmeye bugün geçmişten daha da istekli.
80’li yılların sonunda doğalgaz kentlerde hava kirliliğini azaltmak, enerji çeşitliliğini artırmak gerekçesiyle yaygınlaştırıldı. Böylece kömür ve petrolün tahtına doğalgaz da ortak olacaktı. Doğalgaz kasabalara kadar girerek kullanımı hızla genişlerken, kömür ise 2001’den sonra büyüme kervanına katıldı.
Sonuçta 1990’da birincil enerji kaynağı içinde kömür, petrol ve doğalgazın payı yüzde 81,5 iken, 2012’de bu oran yüzde 89,9’a çıktı. Bir de HES’lerdeki artışı hesaba katarsak, haklı olarak neyin payının azaldığını sormak gerekecektir.
Kır yaşamının alt üst edilmesiyle insanların yaşam biçimi ve enerji kullanımı değiştirildi. Alışkanlıklar ve yaşam biçimine yapılan müdahaleyle artık kır çevresinde odun kullanımı, hayvansal, bitkisel atıkların enerjide kullanımı azaltıldı. Yerine göre kömür yada doğalgaz kullanılır oldu. Böylece, son 10 yılda jeotermal, güneş ve rüzgarda hatırı sayılır artışa rağmen, bugün 1990’ların altında bir enerji fosil ya da HES dışı enerjilerden sağlanıyor.
Kısacası, doğada ve yakınımızda bulunun enerji kaynakları yok edilerek fosil yakıtların kullanımı geliştirildi. Bir başka deyişle, doğanın kaybetmesi pahasına fosil yakıt ve HES kaynaklı enerji üretimi büyütüldü.
Emisyonların amiral gemisi kömür
Kömür, Türkiye’nin iklim değişikliği politikalarında da belirleyici oldu. Atmosfere salınan her beş sera gazından ikisi kömür kaynaklı ve bunun da biri kömür santrallerine ait. Yani iklimi değiştiren sera gazlarının amiral gemisi kömür; geminin kaptanı da termik santraller. 1990-2012 arası Türkiye, atmosfere yüzde 133,4 daha fazla sera gazı emisyonu salarken, termik santrallerde artış yüzde 219 olarak gerçekleşti.
İşin kötüsü, Türkiye kömüre altın bir çağ yaşatmak, pazar haline getirmek için gözünü dünya kömürüne dikmiş durumda. 1990’a göre yerli üretim iki kat artarken, ithalat beş katına çıktı. Dahası, yoldaki yeni santraller hayata geçtikçe, resim daha da kötü hale gelecek.
Kömüre yer yok deme zamanı!
Bugün mesele artık kaç kömür santrali yapılacağı ya da kaç madene ruhsat verileceği değil. Sırf kömür ekonomiye kazandırılacak diye daha fazla neyi kaybedeceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Sadece 2014’te kaybettiklerimizi hatırlayalım.
2014’te kömür madenlerinde iş kazaları açısından rekor bir yıl oldu. Soma, Ermenek yanında, Karadon, Kilimli ve Şırnak’ta meydana gelen maden facialarda 383 insanı kaybettik.
Bunun yanında sıcaklık dengelerini yitirdik. 2014 yılı 2010 yılından sonra Türkiye’nin ölçülmüş en sıcak ikinci yılı oldu. 1970-2000 ortalamasına göre tam 2,1 santigrat daha sıcak bir yıl oldu.
Geçen yıl kuraklık, şiddetli yağışlar geçmişe göre daha sık ve şiddetli yaşandı. Sonucunda da, Merkez Bankası raporlarına göre, gıda dışı enflasyonun iki katına yakın bir gıda enflasyonuyla bunu bir de cebimizden ödedik.
Bilimsel raporlar iklim değişikliğinin durdurulması için kömürün yüzde 80’ninden fazlasının toprakta kalması gerektiğini ortaya koyuyor. Türkiye ise kendi kömürünü pazarlamak için ülkeyi açık bir kömür pazarı haline getiriyor.
Hem geçmişte kaybettiğimiz canlara, hem de yaşayamaya başladığımız iklim felaketleri sonucunda kaybedeceklerimize baktığımızda, kömüre yer yok deme zamanı değil mi?
NOT: Veriler Kömürü Finanse Etmek adlı rapordan alınmıştır. Rapora ulaşmak için: http://www.onderalgedik.com/komuru-finanse-etmek/
* İklim ve enerji danışmanı, aktivist