OLGA ÜNAYDIN AZİZOĞLU
ounaydın@gmail.com
“Bir kadın rüyasında siyah gözlü, kıvırcık saçlı bir kız çocuğu görmüş. Rüyasında gördüğü çocuğu çok sevmiş ve onu bulmaya karar vermiş. Çocuğu aramaya başlayınca da kendini bir ormanda bulmuş. Karşısına çıkan herkese, kuşlara, böceklere, ağaçlara rüyasındaki çocuğu sormuş. Hepsi de ‘Olsa olsa oradadır’ diyerek bir evi tarif etmiş. Kadın bu evi bulabilmek için ormanın en derinlerine kadar gitmiş ama nihayet evi bulmuş ve rüyasındaki çocuğa kavuşmuş. El ele tutuşmuşlar ve ormandan ayrılıp evlerine doğru yola koyulmuşlar. Kuşlar, böcekler ve ağaçlar da, ‘Ah ne güzel bir dostluk, ne güzel bir sevgi’ diyerek, bu mutluluğa ortak olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.”
Masallar genelde anonim olur, ama bu masal Piti için, koruyucu annesi gazeteci Mutlu Tönbekici tarafından yazıldı. Tönbekici, ocak ayında iki yaşına girecek olan Piti’nin koruyuculuğunu geçen yıl üstlenmişti. Ancak geçen süre zarfında aralarındaki ilişkiyi ona nasıl anlatacağına karar verememişti. Ta ki masal fikri aklına gelene kadar. Tönbekici şimdi bu konuyu resimleyebilecek bir çizer arıyor. Onu da bulduğunda yazdığı masalını kitaplaştıracak ve kızı Piti’ye okuyacak. Masallarda üvey anneler kötü kalpli olur ama bu masalda roller değişecek. Tönbekici’yle koruyucu anneliği nasıl yaşadığını ve Türkiye’de koruyucu anneliğin nasıl algılandığını konuştuk.
Piti için böyle bir masal yazma fikri nasıl doğdu?
Biz koruyucu aileler olarak, çocuklarımıza bu durumu nasıl açıklayacağımızı bilemiyoruz. Bir araya geldiğimiz toplantılarda hemen herkes aynı şeyleri soruyor: ‘Nasıl söylemek lazım’, ‘Kaç yaşında söylemek lazım’, ‘Bu travma nasıl atlatılır’, ‘Tecrübesi olan var mı?’ Yine bu toplantılardan birinde bir anne, ‘Ben çocuğuma bunu bir masalla anlattım’ dedi. Annenin fikri hoşuma gitti. Çünkü böylesine güzel bir şeyin şefkat dolu, sevgi dolu bir şekilde anlatılması lazım.
Siz de oturup masalı yazdınız. Kızınız iki yaşına girmek üzere. Bu masalı ne zaman anlatmayı düşünüyorsunuz?
Ben bu masalı Piti gibi küçük çocuklar için yazdım. Bu masalın, şimdiden kızımın diğer masal kitaplarından biri gibi olmasını istiyorum. Bu masal, doğurmadan başka türlü de anne baba olunabileceğini gösteren bir giriş aslında, bir alıştırma. Daha büyük yaşlar için daha açıklayıcı şekilde yazılabilir. Diğer koruyucu aileler de, kendi durumlarına göre masalı değiştirip çocuklarına anlatabilirler.
Üvey anne kalıpları kalbimi kırıyor
Bu masal çok naif. Ama pek çok masalda kötü kalpli bir üvey anne karakteri mevcut. Bu masallardan nasıl kaçıyorsunuz?
Kaçamıyoruz ki. Pamuk Prenses’ten kaçıyoruz, Külkedisi’ne yakalanıyoruz. Hadi onu atlattık diyelim, Hansel ve Gratel’e çarpıyoruz. Harry Potter’da bile var. Üvey annesi iyi olan tek kahraman Süpermen. Onun dışında kahramanların yüzde 90’ı öksüz ve yetim, çok büyük bir bölümü de üvey anneden fena halde çekmekte. Bu durum kalbimi kırıyor. Tamam, ‘üvey anne’ deyince akla, babayla evlenen ve onun çocuklarına bakmak zorunda kaldığı için mutsuz olan bir kadın modeli geliyor ama işte doğurmamış kadın üvey annedir. Ben de Piti’nin üvey annesiyim. Bir de şöyle diyenler var, ‘Adam öz çocuğuna bile bilmem ne yapmış…’ Ne yani üvey çocuğuna yapabilir mi? Biz çocuklarımızı el bebek gül bebeğin ötesinde bir bakım, sevgi ve şefkatle büyütüyoruz.
‘Kötü kalpli üvey anne’ kalıplarına hapsolmuş bir toplum olarak, koruyucu ailenin ne olduğunu biliyor muyuz?
Koruyucu ailelik, aslında bir aile modeli. Batı’da anne-babalı aile modeli, akrabalı aile modeli ya da annenin çocuğu büyüttüğü aile modeli gibi derslerde anlatılan bir model. Ama bizde ne filmlerde ne dizilerde ne derslerde böyle işleniyor. Bizdeki yaklaşım “Ah müthiş bir iş, büyük iyilik, bravo size”den öteye gitmiyor. Halbuki müthiş bir iş falan değil. Aslında bizim geçmişimizde olan birşey bu. Geçmişte ‘yanaşma’ ya da ‘besleme’ denilen çocuklar bir aile ortamında büyütülürdü. Tamam, koşulları çok iyi olmayabilirdi ama sonuçta bir aile ortamında yaşarlardı. Sonra biz bunu unuttuk. Şimdi herkes kendi doğuruyor, doğurmamak diye bir şey yok. Tabii toplumsal yardımlaşmanın azalması ve devletin işin içine girmesi de diğer faktörler.
Siz nasıl bakıyorsanız biz de öyle bakıyoruz
Bizim toplum, koruyucu ailelik mevzusuna ya da evlat edinmeye biraz da “Başka çaresi kalmamış, ne yapsın gariban” şeklinde bakıyor…
Bu algı tamamen Türkiye’ye has bir şey. Batı’da Angelina Jolie-Brad Pitt çiftinden daha mükemmel bir örnek olabilir mi? Önce üç çocuk evlat edindiler, sonra kendi çocuklarını yaptılar. Keza Madonna da öyle. Koruyucu ailelik bir mecburiyet değil tam tersine zenginleştirici bir unsurdur.
‘Koruyucu ailelik’ deyince çocuğu ara sıra gezmeye götüren, tatile çıkaran aileler gibi anlayanlar da çok. Koruyucu aile tam olarak ne yapıyor?
Devletin yurtlarında korunmaya muhtaç 14 bin çocuk var. Koruyucu aile, bu çocuklardan birini yanına alıyor ve 365 gün, 7-24 onunla beraber yaşıyor. O çocuk, ailenin bir ferdi haline geliyor. Aile, çocuğun bütün ihtiyaçlarıyla ilgileniyor. Anne-baba-çocuk ilişkisi kuruluyor. Siz çocuğunuza nasıl bakıyorsanız, bizler de çocuklarımıza öyle bakıyoruz.
Koruyucu ailelik ile evlat edinme arasında nasıl bir fark var?
Evlatlıkta statü değişimi oluyor. Evlat edinilen çocuğun soyadı değişiyor, o ailenin mirasçısı oluyor. Devlet aradan çıkıyor. Ama çocuklarını yuvaya bırakan ailelerin büyük çoğunluğu, evlatlık verilmesine yanaşmıyor.
Ağlayan çocuk iyidir
Neden?
Çeşitli nedenleri var. Kimisi çocuğunu tekrar alma umudu taşıyor, kimisi çocuğu kendi malı gibi gördüğü için, ‘Orada çürüsün ama benim soyadımı taşımaya devam etsin’ diyor. Bazısı, devletin çocuğuna daha iyi bakacağını sanıyor. Aslına bakarsanız devlet elinden geleni yapıyor. Yurtların koşulları hiç fena değil. Ama ne olursa olsun aile başka birşeydir.
Bir kişiyle sevgi, şefkat bağı kurmak meğer bizim hayatımızın en önemli unsuruymuş. Bu bağı 0-2 yaşında kuramadığınız zaman hayat boyu çok zorlanıyorsunuz. Öğretmeninizle kurduğunuz ilişkide de sevgilinizle kurduğunuz ilişkide de tökezliyorsunuz. Çünkü bağlanmayı öğrenememişsiniz. ‘Ayyy bu çocuk annesi gittiğinde bar bar bağırıyor’ diyorlar ya, evet bu doğru olan. Çünkü annesiyle arasında bir şefkat bağı kurmuş. Dolayısıyla ağlamadığı zaman üzülmek gerekiyor.
Okullarda ders olarak okutulmalı
Koruyucu ailenin yanında büyüse de, yurtta büyüyen çocuklara yapılan ayrımcılık sizin çocuklarınıza da yapılıyor mu?
Ne yazık ki bizim çocuklarımız da okullarda ayrımcılığa uğruyor, ‘yurt çocuğu’ denilerek dışlanıyor. Bir hırsızlık, kayıp olduğunda ilk akla gelen bu çocukların çantalarını karıştırmak oluyor. Aileler, ‘6 aylıktan beri bu çocuk bizde’ diye anlatsın dursun, hayır, onların adı ‘yurt çocuğu’ oluyor. Şimdi bu durumda çocuğum da benzer şeyleri yaşamasın diye, ‘Kızım sana birşey söyleyeceğim ama sakın kimseye söyleme’ mi demeliyim? Çocuklarımızı böyle mi büyüteceğiz? Ben bunu gizlemek istemiyorum. Toplum olarak bu konuda bilgilenmemiz gerekiyor. Koruyucu aile modelinin, okullarda ders olarak işlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben bu dersi vermeye gönüllüyüm. Toplumsal barış diyoruz ya hep, işte bu da onun bir parçası.
Biyolojik anne babası şimdiye kadar hiç kızınızı görmek istedi mi?
Yok, böyle bir şey olmadı. Ama böyle birşey olursa da korkum yok. Ben bunu bir rekabet değil de işbirliği gibi görmek isterim. Ailelerin çok azı çocuğuna ulaşmak istiyor. Onların çoğu da çocuklarını almak değil sadece görmek istiyor. Bu bir travma olmak zorunda değil, yumuşak bir biçimde halledilebilir.