Kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bu parti Avrupa’nın önyargılı muhafazakârlarının önyargılarını sarsamadı ama dediğim gibi demokrat sol ya da liberallerin desteğini kazandı. Onların Avrupa sağına, “İşte, bakın. Koşullar uygun olunca sizin yetersiz bulduğunuz insanlar da pekâlâ demokrat oluyor, hoşgörülü oluyor” demesine imkân verdi. Bir süre, Sosyalist Enternasyonal, AKP’yi üyeliğe davet etmeyi düşündü.
Ya şimdi?
Şimdi bütün bu anlattığım şeyler tersine döndü.
“Köprü” edebiyatı bir absürd masala dönüştü ve zaten rafa kalktı. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si köprü möprü değil, kilitli, sürgülü bir kapı oldu. Tayyip Erdoğan’ın içeride yaptıklarıyla bir türlü, dışarıda yaptıklarıyla bir türlü.
Gazete basmak, gazeteci dövmek artık işlerin çığırından çıktığının işareti. Buraya gelinceye kadar olanlar, açılan davalar, “Alo Fatih” konuşmaları zaten Batı’nın bir “kanaat oluşturma”sı için yeterliydi.
Herhangi bir kılıfa sığmayacak yolsuzluk iddialarının, “Alo Bilal” konuşmalarının yarattığı ortamın bastırılması, bastırmak için başvurulan yöntemler, yargı erkine müdahaleler, Türkiye denilen bu memlekette işlerin değişmediğini, “değişme” denebilir bir şey varsa bunun bir “kötüye gidiş” olduğunu gösterdi.