(…) güvendiklerimiz emanete ihanet etti, kendi kişisel mülkü addetti ve teslim ettiğimiz emanet bir balyoz oldu, tepemize indi. Sadece temsilciydi; haddi aştı, teveccühümüzden kibir sarayları inşa etti. Zorbalaştı, zulmetti, o kıymetli emaneti ayaklar altına attı.
Sonunda çektik, ayaklar altından alıp yeniden sahiplendik. Bu kadarla mı iktifa edeceğiz? O kadar işin-gücün, derdin arasından bir de “devr-i sabık” mı çıkartacağız? Neyin hesabını, nasıl, kimden soracağız?
Hayır. Unutmamak ve hesap sorarken tereddüt etmemekle mükellefiz. Yoksa gelecekte vereceğimiz emanete ihanet edenler hiç eksik olmayacak.
Kırıldık, ezildik, aşağılandık, zulme uğradık. (…) emanete hıyanet edenlerden bu millet adına hesap sormak yolumuzun üzerinde, köşe başlarında bekleyen yılanların-çıyanların başını peşinen ezmek için tek çaremiz.
Unutmadan, tereddüt etmeden, bir çivi gibi beynimizde taşıyarak…