Muhalefetin ilk atağı, seçimden sonra bir meşruiyet tartışması başlatmak olmalıydı.
AGİT gözlemcileri gazetecilere açılan soruşturmaların, medya kurumlarının kapatılmasının seçmenin bilgi ve fikir çeşitliliğine ulaşmasını engellediğini vurgularken, muhalefetin her yeri ayağa kaldırması gerekirdi. İş işten geçmiş değil; artan iktidar temerküzünün muhalefeti sindirmeyi, medya üzerinde baskı oluşturarak sürdüreceği görülüyor. Türkiye’nin medya özgürlüğü sorunu böylece muhalefetin varlık-yokluk sorununa dönüşecek. Kurumsal muhalefet, bu durumun ne kadar farkında?
Kısaca mesele medya mensuplarına ve kuruluşlarına özgü bir durum değil. Unutmayın, medyanın bu şartlara mahkûm olduğu bir ülkede “Kabataş yalanı” bir gerçeğe dönüşecek, Sümeyye suikastı heyecanlı bir polisiye roman olacak, Beştepe’deki sarayın aslında bir gecekondu olduğuna hep birlikte inanacağız. Muhalefet sesini duyuramadığı için iktidarı eleştirmekten vazgeçecek. Hırsızlar ve uğursuzlar dünyanın en şerefli insanları sıfatıyla bizlerden bir de saygı bekleyecekler.
Bel bağlayacağınız iki umuttan birincisi, “bu kadar baskı toplumsal patlama getirir” endişesi ile iktidarın kontrollü bir muhalif medyaya “lütfen” izin vermesi; ikincisi de ele güne rezil olmaktan, Batı’nın desteğini kaybetmekten korkanlar için, pabuççu muştası gibi yandan uluslararası aktörlerin devreye girmesi.
Elinizde sadece bunlar kalacak.