Muhafazakâr siyasetin ikiyüzlü dünyası ile karşı karşıyayız. Dün dindarlık, halkı yönetimin uzağında tutmanın gerekçesi idi. Bugün sandıktan çıkan zorbalar, devlet tekelindeki din ile kendilerini garantiye alıyorlar.
Din, dün elitlerin yönetme ayrıcalığını sürdürmek için sıkı bir devlet kontrolüne alınmıştı, bugün “dindar” bir Cumhurbaşkanı devlet tekelindeki dini basit ve sıradan bir iktidar sopası olarak kullanıyor, hepimizi terbiye etmeye kalkıyor.
Her iki durumda da din siyasete kurban ediliyor; ulviyetinden uzaklaştırılıyor.
Devletin, dolayısıyla Erdoğan’ın sevmediği, karaladığı bir din ve dindarlık biçimi mevcut.
Yakıcı soruyu şu şekilde sorduğunuz zaman, Erdoğan’ın “devlet dini”nin nerede durduğuna dair sağlam bir fikir edinebilirsiniz: Selefî radikalizm ile “Devletin yüz bin din adamı ve din eğitimi” mi, yoksa bu cemaatlerin tevazu içinde işleyen hizmet ve muhabbet gayretleri mi baş edebilir?
Erdoğan bir ideolojik çatışma ekseni oluşturmaya çalışıyor. Geleneksel ilerici-gerici çatışmasını, kendi ifadesiyle “200 yıllık tarih”ten çıkartıp diriltmeye çalışıyor. Amerika’yı bunun için yeniden keşfediyor, Osmanlıca’yı bunun için pazarlıyor.
Ancak yine de sık kullandığı kendi ifadesiyle “camileri ahır yapan CHP”nin durduğu yerde duruyor.
Devlet zoruyla bize doğru ve yanlışı belletmeye çalışıyor. Devlet gücünü arkasına alıp, toplumun geleneklerine, biriktirdiklerine, dinamiklerine savaş açıyor.
Din, devlet tarafından kamulaştırılıyor.
Böylece hükümranlık alanı genişleyen devlet, Erdoğan’a yolsuzlukların, adaletsizliklerin bile sarsamayacağı bir iktidar alanı açmış oluyor.