Yolsuzluk-hırsızlık soruşturmaları ile açığa çıkan devletteki çürüme buzdağının sadece görünen kısmı. Devlet rantının dar kadro ‘ehl ü hal ü akd’e aktarıldığı otokratik düzen diğer bütün alanlardaki yozlaşmayı açıklamak için yeterli. İslâmcı birikim, bu yolsuzluklara şer’î kılıf uydururken son meteliğine kadar kendini tüketti. Gizli-kapaklı alınan biatler, devletin tepesinde bu biatlere göre yeninden oluşturulan hiyerarşi ülke yönetiminde aklı da hukuku da iptal etti. ‘Han-ı yağma’ devlette sürekli bir düzene dönüşünce başka ne olabilirdi? Yargı mensuplarının iddialarında devletin istihbarat biriminin bir suç örgütü şeklinde yer alması yenilir-yutulur şey mi?
Barış sürecine ve Suriye iç savaşına işte böyle bir devlet düzeneği içinde vaziyet edildi; çünkü meşruiyet görünmeyen bir yerde inşa edilmişti. Kayıplarımızın, inisiyatif eksikliğinin ve oyuncu iken seyirci durumuna gelmemizin sebebi doğrudan düzenli devlet kurallarının dışında gerçekleşen operasyonlar. Hepsinin hesabı verilmeli, yoksa Türkiye kaybettiği itibarı da inisiyatifi de yeniden kazanamaz. Tecrübe ederek düzenli devlet reflekslerinin dışında operasyon yürütmenin maliyetini öğrendik.
Devlet dediğimiz kutsal bir varlık değil. Haklılığını ve otoritesini sorun çözme yeteneğinden, ülkenin hukukunu koruma becerisinden alıyor. Bu becerinin yerini alan stratejik akıl iddiası bütün unsurları ve operasyonları ile çökmüş vaziyette. Tek çare, düzenli devlet normlarına geri dönmek. Ne kadar güçlü görünürse görünsün kişilere değil kuralları takip ederseniz hem önünüzü daha berrak görürsünüz hem de hukuka sahip çıkmış olursunuz. Yeniden ezberleyelim: Devlet bir şahs-ı manevîdir, bir şahıs değil.