Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Fikirlerine katılın ya da katılmayın, ayrı konu. Kimse eleştirilmez ya da hatasız değil. Ama gerçek olan şu ki herkesle eşit ilişki kurabilen, konuşabilen, dinleyebilen, dertleşebilen; yoksulluğu da yoksunluğu da bilen, buna göre politik çizgisini belirleyen ve şaşmayan bir insan, Sırrı Süreyya Önder. Pandemi zamanında, geçirdiği ağır ameliyat sonrasında bir araya geldiğimizde artık siyaset yapmak istemediğini, çekmek istediği yeni filmi anlatmıştı. Olmadı. Mapusluğa, davalara, baskılara rağmen tekrar siyasete atılmak yerine pekala basıp gidebilir, “Sağlığım iyi değil, sinema yapıyorum hadi bana müsaade” diyebilirdi. Ancak memleketine, yol arkadaşlarına olan vicdani borcu hep ağır bastı.
İster sinema yapsın, ister edebiyat, ister siyaset… Dünyanın, hayatın, insanların gelip geçiciliğin bilinciyle yaşadı Önder. Korkuyla değil, tevekkülle. Anadolu bilgelerine has dünya kavrayışı, anlatı gücü ve yerinde hazırcevaplığıyla her kesime dokundu. Sevmeyenlerine bile… Gözünü açsa ve şu satırları okusa muhtemelen “Yahu Mehveş, kör ölür badem gözlü olur” diye dalga geçer…
Ölümle yaşam arasında bir yerde salınması, kimseyi badem gözlü yapmaz. Ama Sırrı Süreyya’nın gerçekliği bu. Umarım barıştan, özgürlükten, yaşamın değeri üzerinden kurduğu dilin kıymeti ve gücü, bundan daha sonra iyi anlaşılır. Umarım barışı hasretle bekleyen Önder, demokrasi ve hukuk devletine dönüş yolunda somut adımların atıldığı günleri görebilir.