Öyle bir dönemden geçiyoruz ki bütün ahlaki ve vicdani değerlerin kaybolduğu, seviyesizliğin dip yaptığı ve adeta bir değerler savrulmasının yaşandığı kabus gibi bir ortam… Herhalde zihinlerin bu kadar dünyevileştiği, Müslümanca yaşamanın önemini kaybettiği böyle bir dönem hiç olmamıştır.
Din hayatımızı kuşatan bir rahmet olması gerekirken, onu bir takım sembollere ve ritüellere hapsederek dünyevileşmiş bir dindarlık icat etmeyi başardık.
Artık kimseyi bağlayan bir değerler manzumesi yok, herkes her şeyi bu icat edilmiş yeni ‘dindarlık algısı’ içine yerleştirerek ya da ‘şanlı tarih masalı’na yaslanarak söylemekte bir beis görmüyor.
(…) ne yazık ki dindarlığı bir takım görselliklere hapsettiğimiz için, dinin özünü oluşturan ‘İhsan ahlakı’nı kaybetmiş durumdayız.
Geldiğimiz nokta biraz hazin bir durum ama, maalesef insan hakları, başkalarının özgürlüğüne riayet etme, kul hakkının gözetilmesi, kadın hakları gibi hayati konular günümüzün yeni dindarları için pek bir anlam ifade etmiyor.
Biz artık çok daha derin mevzularla ilgileniyoruz. Kimimiz, “Beğenin, beğenmeyin, şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz” diyerek herkese meydan okuyoruz, kimimiz ise başörtülü kızların edebini sorguluyoruz.
Maalesef dindarlığı sadece bir takım ibadetleri yerine getirmek gibi dar bir alana hapsettiğimiz için, daha kapsamlı bir dindarlık bilinci oluşturmayı bir türlü başaramıyoruz.
(…) sorunumuz gerçekten büyük, en vahim olanı da günümüzde Müslüman’ın ‘elinden, dilinden herkesin emin olduğu kişi’ olma vasfını kaybetmiş olmasıdır.