Habertürk’teki bir tartışma programında; ne zamandır HDP tartışılırken hiçbir kanalın yasal bir parti olan HDP’ye söz hakkı vermediği söylenince, sunucunun kendisi de inanmayarak, bir nebze gazeteciliğe bulaşmış herkesin yüreğini sızlatacak bir açıklama yaptı: “Burası bir kamu televizyonu değil. Özel bir sektörüz. Bu bir tercihtir.”
Oysa, artık çoktan eskimiş olan ‘yüzde 50-50 gazeteciliği’, ‘objektiflik’, ‘tarafsızlık’ tam da o özel sektörle ortaya çıkmış bir şeydi. Batı gazeteciliği, bir meselenin mutlaka her iki tarafına da söz hakkı verilmesi gerektiğini yıllarca kutsal bir ilke olarak savundu durdu.
Sonra, yine Batı’dan, gazeteci denilince aklıma ilk gelen R. Fisk gibi isimler, bunun gazetecilik olmadığını, köle gemisi kaptanıyla gemideki kölelere; bir Nazi kampı subayıyla kurbanlara aynı oranda söz hakkı verilemeyeceğini söylediler: “Gazetecilik tarafsız ve önyargısız olmayı gerektirir, ama acı çekenlerin safında!” dediler.
Çanlar en çok acı çeken insanlar; işsizler, yoksullar, açlar, söz hakkı verilmeyenler için çalar. Hadi yine siz karar verin; nerede onların safındaki gazetecilik?