MURAT SEVİNÇ
Son günlerin sohbet konusu ‘tanzim satış’la ilgili haberleri okurken, İstanbul Gaziosmanpaşa’daki belediye aracının önündeki kuyruğu gösteren fotoğraf dikkatimi çekti. Gaziosmanpaşa ilçesinin merkezi, Taşlıtarla’da çekilmiş. Hemen belediye binasının önündeki alanda. Sağ çaprazında bir cami görünüyor. Sağında solunda çirkin binalar. Kuyrukta bekleyen erkekler ve kadınlar. Kaç kişi dikkat eder böyle fotoğraflara? Herhalde pek az. Fakat o fotoğraf neredeyse yarım yüzyıllık ömrünüzün önemlice bir kısmıysa, ister istemez bakıyorsunuz ayrıntılarına. Yoksul insanların, bir iki kilo sebze için oluşturduğu kuyruğa.
Kim mi bu insanlar? Tahmin ediyorum, çoğunluğu iktidara oy vermiştir. AKP’lidir. Ve yine tahmin ediyorum, önümüzdeki belediye seçiminde de verecekler. Yaşı tutanlar, 12 Eylül’de Kenan Evren’i desteklemiştir canhıraş. Tutmayanların da, yakınları alkışlamıştır paşalarını. 12 Eylül sonrasında, herhalde daha çok Özal ve Demirel’e, sonrasında bir kısmı Refah Partisi’ne destek olmuştur. Faili meçhulleri umursamışlar mıdır? Sanmam. Haksız yere cezaevinde yatanları, işkence görenleri? Hayır, dert etmemişlerdir. Bugün idam cezası oylansa, herhalde çoğu ‘Evet’ der. Bizim mahallenin insanları.
Fotoğraftaki meydanın hemen sağ tarafında küçük bir park vardır. Park dediysem, yanlış anlamayın, öyle yeşilli filan değil; beton üzerinde üç beş bank. Yoksul muhitlerindeki, ‘Adet yerini bulsun’ parklarından; ortasında ‘Dostlar alışverişte görsün’ havuzu vardı bir ara. İşte o parkın sonunda güzel bir Atatürk heykeli. Mitinge gelen siyasetçiler orada konuşurdu. Ben de babamla gider seyrederdim. Özal’ı, Demirel’i desteklemişlerdir derken, boş konuşmuyorum!
Heykelin ve caminin sağında solunda, iki katlı mütevazı binalar vardı eskiden. Kızılay binası, onun yanında birahane, köşede sevimli fırın. Şimdi sebze satılan yerde de küçük dükkanlar olduğunu hatırlıyorum. Onlardan biri Et ve Balık Kurumu’ydu. 1970’lerde sabahın köründe gidip ‘kıyma kuyruğu’na giriyorduk bizimkilerle birlikte. Bir gün Taşlıtarla’da, beriki gün Mısır Çarşısı’nda. Tabii çocuk halimle çok hoşuma gidiyordu o kıyma kuyrukları, işe yaradığımı düşünüyordum herhalde. Bir de zannediyordum ki köfte yemek isteyen herkes önce o kuyruğa girmek zorunda. Neyse ki, her köfte yiyenin aynı gemide olmadığını çok zaman geçmeden fark ettim. Meğer, o yıllarda biz yoksulmuşuz!
Bugün orada sebze kuyruğu bekleyenler, muhtemelen bu satırların yazarından hiç hazzetmezler. Arkadaşlarından, eşinden dostundan. Hele ki atıldığını bilseler, sohbet etmeye dahi çekinirler. Kendileri dışındaki insanları yaşadıkları sıkıntıları umursarlar mı? Yok hayır, garip hayaller kurmamak gerekir. Doğrusu pek aldırmazlar böyle şeylere. Destekledikleri insanlar, işsiz bırakılmışlara “Ağaç kemirsinler” buyurduklarında, ya duymazdan gelmiş ya da açıkça onaylamışlardır bu ifadeleri.
O aracın çevresindeki erkekler, bayram ve Cuma namazlarını köşedeki camide kılıyordur. Belki de geçen bayram vaaz veren hoca, kurbanı kredi kartı taksitiyle almalarının doğru olmayacağını ilan etmiştir gevrek ses tonuyla. Ama fotoğraftakiler, benim o caminin temel atma törenini seyrettiğimi bilmez, misal. Aytekin Kotil belediye başkanıydı. 1980’den önce bir gün babamla gitmiştik. Malum, bizim millet inşaat çukuru seyretmeyi sever! Yıllar sonra rahmetlinin cenazesi de, sabah ve cuma namazlarını kıldığı o camiden kalktı. Ama o zamanlar, cami çok daha güzeldi. Kubbesi sıvanmamıştı henüz; her şeyi çirkinleştirmeye yeminliler tarafından. Önünde şimdiki büyük beton alan yoktu. Yeşili yok ettiler. O kuyruktakilerin desteğiyle, alkışıyla, umursamazlığıyla.
Babamın dükkanından veresiye alışveriş yapan biri vardı. Bir ara belediye başkanı seçildi. Taşlıtarla’nın göbeğinde iş hanı sahibi oldu. Nasıl çok çalıştıysa, ne biriktirdiyse artık! ‘Yüce Allah, verdikçe verdi’ demek ki. Sebze kuyruğundakiler, belediye başkanına da oy verip alkışladı. Kuyruktakiler, eskiden oraların çok daha sevimli ve güzel yerler olduğunu bilse, bir şey değişir mi düşüncelerinde? Sanmam. Örneğin, o günlerde benim beklediğim kıyma kuyruğunun, tüpgaz ve benzin kuyruklarının, 1970’lerin dünya koşullarından kaynaklandığını ve 1978-79’da zar zor hükümet kuran Ecevit’i düşürmek için TÜSİAD’daki sahtekârlar ile kimi mahalle esnafının işbirliği yaptığını, margarini tezgah altına sakladıklarını vs…
Kuyruktakiler, yoksul insanlar. Benim çocukken eğlendiğim gibi bir duyguyla orada bulunduklarını hiç zannetmiyorum. Hiç kimse iki kilo soğan için kuyrukta üşümekten zevk almaz. Buna mukabil kuyruktakiler, kendilerini bu hale düşürenlere hayranlık duyuyor bir yandan. Hiç bir kötülüğün, başarısızlığın sorumlusu görmüyorlar meftunu oldukları siyasi figürleri. Kuyruktakiler, bu yazıyı okuyanların değer verdiği bir takım soyut kavramları zerrece umursamıyor. Hatta haberdar değil. Güçler ayrılığı, demokrasi, insan hakları… Karın doyurur mu? Elbette doyurur ama kuyruktakilere hiç kimse, bu kavramların karın doyuracağını da anlatmadı, anlatmıyor.
O kuyruktakiler aynı TV’leri seyrediyor, aynı ideolojik bombardımana maruz kalıyor, aynı niteliksiz milli eğitimin tornasından geçiyorlar. O kuyruktakiler memleketin zenginiyle aynı gemide olmadığının farkında elbet, ama birilerinin kendilerine bunu söylemesinden hoşnutlar. O kuyruktakiler samimi olmadığını tahmin etseler de, kendilerine iltifat edilmesinden memnun.
O kuyruktakiler bir ömür muhtelif yoksunluklar yaşamış insanlar.
Muhterem okur, ben sizlere, o mahalleden/dünyadan, o dünyanın ara sokaklarından, hanelerinden, iyilik ve kötülüklerinden, bir ömürlük hikâye anlatabilirim. ‘Tanzim satış’a varan yıllarda yaşananlar, AKP siyasetinin kaçınılmaz biçimde tosladığı duvar, ekonominin bugünü ve geleceği, üzerine uzmanlarınca çok yazılan, daha da yazılıp çizilecek konular. Ben de onlardan okuyor, öğreniyorum.
Okuduğunuz satırların gerekçesi ise çok daha yüzeysel, insani. Kuyrukta bekleyen ve memleketin bugünlere gelmesinde şu ya da bu ölçüde katkısı olan insanlar, ‘Oh olsun’u hak etmiyor.
Her birimiz koşullarımızın ürünüyüz. Herkes insan gibi yaşamak ister ve o herkesin insan gibi yaşaması için gerekli koşulların yaratılması büyük emek ve zaman gerektirir. Zengin-yoksul ayrımı, yeryüzündeki en alçak ayrımdır. O kuyruklarda bekleyip hâlâ iktidar partisini destekleyen insanların talihsizliği, yaşamları boyunca kendilerine başka bir ‘yol’ ve ‘üslup’ olabileceğini gösteremeyenlere mahkum bırakılmış olmalarıdır.
Halk yığınları, Türkiye’de başka siyaset erbabı olmak üzere muhtelif çevrelerce çoğu zaman yapıldığı gibi ‘küçümsenecek’ ya da ‘pohpohlanacak’ bireylerden oluşmaz. Bu hem ayıp hem yanlış hem de aptalcadır. İnsanlar akıl fikir sahibidir. Kitleler çoğu zaman duygularıyla hareket ediyor olsa da, o duyguların ve vicdanın oluşum süreci de verili koşullarda gerçekleşir. Bütün mesele o ‘verili’ koşulların dönüştürülebilmesinde.
O kuyruktaki insanların, pek çoğu iktidara desteğini sürdürenlerin; her ne kadar akıl almaz bir bilgi kirliliği ve yanlış yönlendirmeden mustarip olsa da, Türkiye’de olup bitenlerin farkında olduklarını düşünüyorum. Bilerek, görerek destek veriyorlar. Tarihimiz boyunca ‘benzerleri’ne verdikleri destek gibi. Doğumlarından ölümlerine dek, inkârı, riyayı öğrendikleri için bu kadar umursamazlar. Türkiye’de kim neyin hesabını vermiş, kim neyle hesaplaşmış ki ki bugüne dek, onların başı ağrısın!
Ben o kuyruktaki insanları tanıdığımı sanıyorum. Nelere yol açtıklarını ve açabileceklerini biliyorum, biliyoruz, yaşıyoruz. Kendilerine uzatılan mikrofonlara, neden ‘Allah razı olsun’ dediklerini de tahmin ediyorum. Bütün mesele, onlara, neden o kuyrukta dikildiklerini, maruz bırakıldıklarının asıl gerekçelerini anlatabilmekte. Anlatmak için gerekli dil, dilleri bulup yaygınlaştırmakta. Küçümsemeden, hor görmeden, ‘Oh olsun’ demeden. İçtenlikle eşitlikçi bir dil. İnsanca bir dil. Bunun için öncelikle, ‘anlatma’ işine soyunanın, kendisini, ‘anlatılacak’ olanla eşit görmesi gerekir.
O kuyruktaki insanların bir kısmı, bu satırların yazarı ve sevdikleri yok olsa, sevinir ya da umursamaz. Ve o kuyruktaki insanların tümü, bu satırların yazarı kadar insanca yaşamak istiyor. Hepsi bu.
Yoksulluk, insanların içine hapsedildiği, olabilecek en aşağılık, en alçak, en acımasız hücre…
Okuma ‘ricası‘: Değerli okur, sizden ricam, Gazete Duvar’da Bahadır Özgür ve Sözcü’de Çiğdem Toker’in günümüz ihale rejimine, mali yönetimine dair yazılarını hiç kaçırmadan okumanız. Çok önemli ve zor bir işi, büyük emek ve başarıyla yapıyorlar. Teşekkür borçluyuz.