MERİH AKOĞUL
Yıldız Moran, Türkiye’nin akademik eğitim almış profesyonel ilk kadın fotoğraf sanatçısı. İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’ndeki ‘Yıldız Moran: Bir Dağ Masalı’ sergisi, aralarında izleyiciyle ilk defa buluşacak yapıtların da yer aldığı bir seçki sunuyor.
12 Mayıs’a kadar görülebilecek sergide doğa, soyut, portre, gündelik hayat, Anadolu, İstanbul, yurt dışı gibi farklı konuları ele alıyor.
Sanatçının 12 yıllık fotoğraf yolculuğunu anlatan serginin küratörü Merih Akoğul, Moran’ın 10 fotoğrafını Diken için yorumladı.
1- ‘Yıldız Moran Otoportre’ – 1955
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu serginin atardamarı, Moran’ın otoportresidir. 1955 tarihli bu fotoğraf, bir çift elin tuttuğu çerçeveli fotoğrafı kendine fon edinmiş.
Stüdyonun fonunu da katarsak, üç katmanlı olarak ele alabileceğimiz bu fotoğraf, hem Moran’ın yüzü hakkında bize bilgi veriyor, hem de taşıdığı sanatsal değeri ve anlık buluşuyla fotoğraf tarihinin ana duvarında asılmayı hak ediyor. Moran kitabının da kapağını bu fotoğraf taçlandırmaktadır.
2- ‘Özdemir Asaf’ (1955)
Türk şiirinin en ünlü şairlerinden Özdemir Asaf, Moran’ın eşidir. Bugün bazıları neredeyse özdeyişe dönüşen bu şiirler, içlerinde barındırdıkları lirizm ve derin felsefe ile büyük önem taşımaktadır.
Asaf, bu fotoğrafta silüet olarak yer almıştır. Nerede olsa tanımlayabileceğimiz bu profil, adeta bir simgeye dönüşmüştür. Böylesine ünlü bir şairi, silüet olarak değerlendirmek, yüzü, karanlığın içine gömmek büyük cesarettir. Ama aynı zamanda da bu yaklaşımla Özdemir Asaf’ın fotoğrafı, hafızalardan çıkmayacak bir ambleme dönüşmüştür adeta.
Kendisine yazılan şiire, Moran’ın fotoğrafça verdiği karşılıktır. Konu mu; ‘tutkulu bir aşk’ elbette!
3- ‘Ağrı Dağı’ (1956)
Türkiye’nin en yüksek dağıdır, Ağrı Dağı. Bu serginin ismi, ‘Yıldız Moran: Bir Dağ Masalı’ olduğuna göre ve Moran, ‘Türkiye Fotoğrafı’nda yüceliği ve görkemiyle bir dağ ile eşit tutulmuşsa, bu dağ fotoğrafının serginin tam ortasına oturtulmasının hiçbir sakıncası yoktur.
1950’li yılların dinamiklerini düşündüğümüzde, Moran fotoğraflarının kendine özgü, tarifi mümkün olmayan estetik değerleri hemen anlaşılmaktadır.
4- ‘Kapadokya’ (1955)
Bir at arabası, sürücüsü üzerinde ve bir diğer figür vadinin daraldığı yerde arabaya doğru gidiyor. Fotoğraf, Kapadokya’nın o tipik yapısal özellikleri içinde, tıpkı bir zaman makinesinin içindeymişçesine, görüntüler üzerinden izleyiciyi olayın gerçekleştiği mekânın tam ortasına ışınlıyor.
Moran, ara anları fotoğraflarının içine ustalıkla katmayı biliyor. Yapıta bakan izleyici, kendini geçmiş günlerde, doğal ve samimi bir tanıklığın içinde hissediyor ve geçmiş zamanın içinde buluyor kendini.
5- ‘Yıldız Moran’ın Gölgesi, Anadolu’ (1955)
Hareket yaşamın doğasında vardır. Ve fotoğraf da adeta hareketi durdurmak için yeryüzüne gönderilmiştir. Moran, gölgesini de dahil ettiği bu otoportrede, makinesini de hareket ettirerek, eşeğin gidiş doğrultusunda bir süpürme (pan) hareketi gerçekleştirmiştir.
Sağ alt köşeden, sol üst köşeye doğru yönelen güçlü bir diyagonal hareket, bu fotoğrafı unutulmaz bir boyuta getiriyor.
Bu fotoğraf, çarpıcı bir otoportre örneği olarak, hem tekniği hem de estetiğiyle tarihe geçecek Moran fotoğraflarından biri daha olmayı hak ediyor. Anadolu güneşi, bir fotoğrafı daha, maharetle yeniden biçimlendiriyor.
6- ‘İstanbul’ (1955)
Sanat tarihine baktığımızda, ölü doğa (nature morte) fotoğraflarının, fotoğraf tarihinde önemli bir tür oluşturduğunu görürüz. Moran’ın çektiği tezgâhta yer alan balıkları gösteren fotoğrafı, soyut yaklaşımı ve tonlarından da kaynaklanan etkileyici estetiğiyle, unutulmayacak görüntüler arasında yerini çoktan aldı bile.
Picasso’nun bu balık değil resim eğretilemesi gibi, Moran’ın yapıtı da balık değil, peliküle kazınmış ve belleğimizde unutulmayacak bir an/ı artık.
7- ‘Anadolu’ (1955)
Moran, fotoğrafının içine bu kez de bir fotoğrafçıyı almış. İki meslektaşın, farklı bağlamlarda da olsa, Anadolu’nun bir kasabasında aynı zaman diliminde yolları kesişiyor. Okul şapkasıyla karşıdan geçen bir çocuk, bir genç adam ve fotoğrafçı, bir üçgenin içinde ‘sıkı’ bir fotoğrafı oluşturmak için güçlü bir kompozisyona davet ediliyorlar.
Ve fotoğrafçı, bir yandan da az önce tab ettiği vesikalık fotoğrafı, dört adede tamamlamak için yoğun bir çabanın içinde. Durgun anların yanında, akmakta olan hayatı da yoğun bir hümanizm ile yorumlamakta büyük usta Moran.
8- ‘Schönbrunn Sarayı’ Viyana, Avusturya (1951)
Moran’ın yurt dışı çalışmaları sırasında, en güzel fotoğrafları çektiği yerlerden biri de Avusturya’dır. Viyana’nın bu ünlü sarayı, kar yağdığında bambaşka bir çehreye bürünür.
Moran, tarihi ya da manzara konulu fotoğraflarından çok, minimalist bir kategoriye sokabileceğimiz bu fotoğrafında, bembeyaz karın üzerinde birer silüet olarak yer alan insanları, bir dizenin sözcükleri gibi, yazdığı şiirin içine dahil ediyor. Hepimize, kendi anılarımız içindeki kar görüntülerini hatırlatıyor. Fotoğraf sanatı, etkileyici bir yapıta daha kavuşuyor.
9- ‘Şemsi Paşa Camii’ Üsküdar, İstanbul (1954)
Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden Üsküdar Semti’nin gözbebeği, Şemsi Paşa Camii, güneşli bir günde, tarihin kendine atfettiği mimari çizgileri yeryüzüne cömertçe saçmakta. Güneşin, cami üzerinde en güzel oyunlarını yaptığı bu saatlerde, Yıldız Moran da elinde fotoğraf makinesiyle fotoğraf üzerinden kendi özel tarihini yazmak için yerini almış. Sonuç: içinde, kayığının üzerine eğilen balıkçının da bulunduğu bu tarihi fotoğrafın karşısında duyduğumuz yoğun haz. Yıldız Moran, Mimar Sinan ve bugün fotoğrafın karşısında hayranlığımızı gizleyemeyen bizler, sanat üzerinden, etkileyici bir enerji alanı oluşturuyoruz.
10- ‘Aspendos’ Antalya (1955)
Fotoğrafın işaret ettiği tarih, her zaman gerçeği tam olarak yansıtmasa da, en azından fotoğrafçının makinesini koyduğu açıdan görünenleri gerçek olarak kabul eder. Yıldız Moran’ın fotoğrafında görünen bu katmanlar, bu fotoğrafın çekildiği tarih olan 1955’i de içine alarak, bizi zaman içinde keyifli bir yolculuğa çıkarır. Yıldız Moran Türkiye Fotoğrafı’nda sıra dışı bir estetik bakış olarak, fotoğrafa yepyeni ve özgün bir alan açmıştır.