• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Kanser mi olmalı, depremde mi ölmeli, cezaevine mi girmeli?

27/09/2019 15:32

MURAT SEVİNÇ

Sıradan bir ‘çağlayan’ günü…

Dün (Perşembe) Çağlayan Adliyesi’ndeydim. Sevgili ve değerli meslektaşım Bülent Şık’ın davasında. 


Çağlayan’daki o ‘adalet mabedine’ çok nadir gidebiliyorum. Oysa davaların takipçisi, olağanüstü kararlı ve sabırlı bir meslektaş grubu her davada orada ve destek oluyor. Hakikaten akıl almaz bir direnç gösteriyorlar. Bir de tabii, Bianet. Sağolsunlar, var olsunlar.

O ‘dirençlilerden’ biri değilim. İstanbul’daki yaşam koşullarım nedeniyle gündüz vakti evden nadiren çıkabiliyor, fakat yalan olmasın herhalde her dört beş çıkışımdan birinde Çağlayan’a uğruyorum! Benim için aynı zamanda bir sosyalleşme yolu gibi, İstanbul’daki tanıdıklarımın neredeyse hepsini görüyorum bu sayede! Çünkü ya yargılanan ya da destek olmak üzere gelen konumundalar. 

Büyük ölçüde şöyle işliyor Çağlayan macerası:

Önce (genellikle) bir basın açıklaması yapılıyor. Üç ayrı yerde olabiliyor. Öndeki büyük beton alan, ana kapı, giriş salonu. Tabii çok az sayıda ve hep aynı basın emekçileri orada. ‘Basın’ derken kimleri kastettiğimi tahmin edersiniz! Ardından adalet mabedinde ‘ilgili katı ve koridoru’ buluyorsunuz. Son derece yıpratıcı bir aşama. Temiz bina neyse ki, yerler parlak mozaik, tuvaletler filan fena değil. E kolay değil, ‘adalet’ dağıtılıyor. 

Hemen girişte devasa iki heykel var, hani şu gözü bağlı meşhur Tanrıça var ya, karşılıklı olarak merdivenin iki yanına koymuşlar. Allah için etkileyici bir manzara. Çağlayan’dakilerin de gözleri bağlı garip bir şekilde; yani Türkiye’ye uyumlu hâle getirmeyi, ‘Türk tipi adalet tanrıçası’ yapmayı akıl etmemişler. Zaten, öyle tanrıça filan, tövbeler olsun, Batı medeniyetinin şeyleri hep. Dün aklıma geldi, neden o heykeller Teferruat’ınkiyle değiştirilmiyor ki! Teferruat’ın elinde bir yeşil pasaport olsa misal. Ya da Reis’le karşılıklı, birbirlerine dönük halde… 

Mübaşir adeti olduğu üzere, ileri derecede bağımsız yargılama faaliyetinin başlayacağını haber ediyor biz ölümlülere. Bekleyenler mahkeme salonuna giriyor. Ben prensip olarak kapının hemen yanındaki banka tünüyorum. Bağımsız yargı faaliyetini mecbur kalmadıkça görmemek ve çarpıntımı azdırmamak için.

İçeri giren hemen herkes kararı tahmin ediyor zaten. Yargılananın adına ve ‘çıkıntılık’ derecesine göre ne ceza alacağı üç aşağı beş yukarı öngörülebiliyor. Yanlış anlaşılmasın, yargı elbette bağımsız; biz yalnızca tahmin yürütmeye çalışıyoruz. Örneğin, Şebnem Korur Fincancı, Gençay Gürsoy, Onur Hamzaoğlu hocalar gibi bir isim değilse ‘aynı fiilden’ yargılanan, “15 ay ve HAGB alır,” (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) diye tahmin ediyoruz. Aaaaaa sonra bir bakıyoruz hakikaten, sanık ister beş dakikalık isterse üç saatlik bir savunma yapmış olsun, 15 ay ve HAGB almış. Pes doğrusu, ayol nasıl bir tahmin gücü bu böyle, deyiveriyoruz kendi kendimize. 

Genellikle 15 ay, mevsimine göre 17 ya da 18 ay mahkumiyet almış meslektaşımız salondan çıkıyor. Geçmiş olsun faslı başlıyor. Herkeste, gülsem mi ağlasam mı garip bir yüz ifadesi. Mahkûm olmanın anlatılması güç iç huzuruyla en sevdiğim aşamaya geçiliyor: Çağlayan Adliyesi’nin önündeki büyük taş meydanın köşesindeki muhallebici! 

Genellikle aynı muhallebiciye gidiliyor, çay kahve, sohbet… Gerçi dün ayak üstü sohbet ettiğim Boğaziçi’nden bir hocamız, daha ileride güzel bir esnaf lokantası olduğunu söyledi, onlar genellikle oraya gidiyorlarmış. Bir dahakine denerim artık.

Muhallebicide, ileri derecede bağımsız yargının tarafsız mensupları hakkında yorumlar yapılıyor tabii. Okuduğunuz satırların yazarının kulaklarının şu cümleleri işitmişliği var: “Savcı cep telefonuna bakıyordu,” “Bende hâkim de bakıyordu,” “Gözü sürekli bilgisayardaydı,” “Yok be, herhalde metne bakıyordur, bir şeye takılmıştır,” “Vallahi bilmem, bir ara yanındakiyle fısıldaştılar,” “Sözümü kesmedi,” “Uzatmayın artık dedi,” “Sen dedi,” “Beni salondan attı,” “Avukatı konuşturmamışlar,” ve “Hâkim beni dinledi!” 

Evet, beni en çok etkileyen cümledir bu: Hâkim beni dinledi! Ne olağanüstü bir durum değil mi! Sanık, hâkimin kendisini dinlemesinden memnun çıkıyor salondan. Bu cümleyi her duyduğumda, Teferruat’ın o ziyadesiyle durgun bakışını perdeleyen gülümser yüz ifadesi ve elinde manav terazisiyle gözlerimin içine bakıp “reforrrrmmmm… böylesiniiii görrrmedinizzzzzz… teferrrruuuatttttt…” nevi bir şeyler söylediğini hayal ediyor, irkilerek kendime geliyorum.

Bir de şu ‘sen’ meselesi var ki, değinmeden geçmek olmaz. Bağımsız yargının herkese ‘sen’ diye hitap edişi. 

Malumunuz ‘Reform,’ ‘Rönesans’ın yani ‘yeniden doğuş’un ardından gelmiştir. Eğer reformdan önce bir ‘rönesans’ yaşamalıysak -ki bana kalırsa mutlak gerekliliktir- yargı alanındaki rönesansa, ‘temel davranış kuralları’ ile başlanabilir. Hukuk fakülteleri, ilk yıllarında tüm derslerini iptal edip öğrencilerine uygar davranış ve hitap biçimlerini öğretse, çok büyük bir katkı sunar. Yalnızca ‘sen’ yerine ‘siz’ dedirtebilmek dahi, Türkiye yargısı açsından devrimci bir dönüşüm, gerçek bir ‘rönesans’ olur. Borçlar, medeni, vergi, icra, ceza, anayasa filan fıstık, zaman içinde öğrenilir nasıl olsa.

Muhallebicide bu ve benzeri konular konuşulduktan sonra, iyi dilekler ve bir sonraki davada görüşebilmek umuduyla ayrılıyor insanlar. Akademisyenler, gazeteciler. Daha doğrusu, ‘sözde’ akademisyen ve gazeteciler! 

Fotoğraf: Twitter

Çağlayan’dakilerden biriydi sevgili Bülent Şık’ın davası. Ahmet Şık da oradaydı. Dürüst, ahlaklı ve yurttaşlık bilincine sahip olup ‘susmadıkları’ için Çağlayan’dan kurtulamayan iki kardeş.

Yukarıdaki satırlardan sonra, üç aşağı beş yukarı gözünüzün önüne getirmişsinizdir dün neler yaşandığını. Yarın neler olacağını da. 

Bu kez konu imzacılık değildi. Bülent Şık’ın yargılanma ve mahkûmiyet gerekçesini bilmeyen yoktur muhtemelen. Bilmeyip ola ki merak eden varsa önemli bir söyleşisini buraya bırakayım ve okumanız konusunda ısrarcı olayım.

Zamanında yapılmış bir proje (Sağlık Bakanlığı’yla) kapsamında, halk sağlığı açısından tehdit içeren son derece tehlikeli bulgulara (endüstriyel kirlilik ile kanser vakaları arasındaki güçlü bağ) ulaştığı araştırmayı yayınladı. “Yayınlama” telkinine (!) rağmen. Konu, ‘halk sağlığı olduğu’ için. Halkın yanında olduğu için. Ahlaklı bir bilim insanı olduğu için. Anayasa’nın emrine uygun davranan, dürüst bir yurttaş olduğu için. Ezcümle, rejimi rahatsız eden ne kadar nitelik varsa, tümüne sahip olduğu için.

Ve tabii, kanserden korumaya çalıştığı ‘halk’ onu ve diğerlerini zerrece umursamadığı için. Türkiye ahalisi ‘yurttaş’ olmadığı için. Yurttaşlık bilincinden bütünüyle mahrum olduğu için. 

Tam duruşma başlamak üzereyken bir ‘deprem’ oldu. Adaletin mabedi de hafifçe sallandı.

Fotoğraf: DHA (Arşiv)

Depremin ardından Bülent Şık, halk sağlığını korumak istediği için, “Türk milleti adına” karar verenlerce mahkûm edildi.

15 ay (aaaaaa ne kadar ilginç!) ceza aldı. HAGB talep etmedi. İstinaf onaylarsa cezaevine girecek.

Bu esnada, değerli hukukçu/gazeteci Çiğdem Toker, depreme ilişkin şöyle bir twit yazmış:

“Vatan caddesindeki afet toplanma alanının Topbaş’ın damadının ortağı lehine imara açıldığını yazdım diye hapis cezası talebiyle 2 yıl yargılandım. Kavurmacı 1 milyon tl tazminat davası açtı. Mahkeme Fatih Belediyesi’nden imara açma kararını üç kez istedi. Belediye göndermedi.” 

Muhallebiciden çıkıp ‘insan haklarına aykırı ulaşım aracı’ metrobüsle eve döndüm… 

Yolda, Teferruat’ın yüz ifadesini, bilmem kaçıncı tontiş hukuk reformunu, tamamına yakını AVM yapılmış deprem toplanma alanlarını, kanser vakalarındaki olağanüstü artışı düşündüm. 

Tam içime büyük bir sıkıntı çökmek üzereyken, birden bire ‘özel araçlarda sigara içme yasağı’ geldi aklıma. 

Hakikaten deprem esnasında eğer bir karış yeşil alan bırakılmamış mahallelerimizin kenarına park edilmiş pahalı özel araçlarımıza biner ve sigara içmezsek, hem depremden hem kanserden korunabiliriz. 

Siz de böyle düşünün, içiniz rahatlasın…

Öneriler: Aydın Engin’in Çağlayan yazısını ve Ünsal Ünlü’nün bu konuya da değinen güzel yayınını buraya bırakıyorum.  

Kategori:Agora

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

Rihanna üç yıl sonra Şirinler filmi müziğiyle dönüyor

Barbadoslu şarkıcı Rihanna, 18 Temmuz’da vizyona girecek yeni ‘Şirinler’ filmi için seslendirdiği ‘Friend of Mine (Benim Arkadaşım)’ adlı şarkısıyla dönüyor.

Dolar, avro ve altında haftanın bilançosu

Bu hafta dolar yüzde 0,21 değer kazanırken, avro yüzde 0,63, gram altınsa yüzde 4,48 değer kaybetti.

Borsada en çok kazandıran ve kaybettiren hisseler

Borsa İstanbul’da BIST 100 endeksi, haftayı yüzde 2,96 değer kazanarak 9.668,36 puandan tamamladı.

UCM başsavcısına 'cinsel taciz' soruşturması: Görevden geçici ayrılma kararı

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan’a ‘cinsel taciz’ iddiasıyla soruşturma açıldı. Khan soruşturma sonuçlanana kadar geçici olarak görevinden ayrıldı.

Tarihi karar: Moody's ABD'nin kredi notunu düşürdü

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, ABD’nin kredi notunu ‘Aaa’dan ‘Aa1’e düşürürken, kredi notu görünümünü ‘negatif’ten ‘durağan’a çevrildi.

Çünkü hep birlikte o araçlara binip gezdiler
Kürt sorununu tartışmak, konuşmak gerekli midir? (1)

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 755 gündür hapiste

YAZARLAR

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

Editör eksikliği fazlalık yaratır

Mustafa Dağıstanlı

Anne dediğin başlangıçtır

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Dilsiz bir ülkenin çığlığı

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

Murat Sevinç

GÜNÜN 11’İ

Berkant Gültekin: Saray, demokrasi musluğunu uygun gördüğüne açacağının sinyalini veriyor

Salih Cenap Baydar: Demokrasinin özü hesap soran vatandaş, hesap veren siyasetçidir

Remzi Özdemir: Türkiye'de en büyük sorun gelir adaletsizliği

Attila Aşut: Arapça sevdalısı siyasetçiler tehlikeli sonuçlar doğuracak sözcükleri kullanırken kılı kırk yarmalı…

Orhan Gazi Ertekin: Aleviler, Kürtlerin kaçınılmaz olarak dahil olacağı anayasal sürece hazırlandılar mı? 

Özgür Orhangazi: Dış sermayeye yapılan ödemeler 2025'in ilk çeyreğinde 6,5 milyar dolara ulaştı

Ender İmrek: Çözüm süreci sağlam hukuki güvenceler, uluslararası gözetim ve toplumsal seferberlikle doğru hatta ilerleyebilir

Orhan Gökdemir: Halk demokrasisine ihtiyacımız var

Umur Talu: Ne iktidar devletinin ne de 'devlet'in özündeki nefret ve şiddet bitiyor

Emin Çölaşan: AKP'li belediyelerde yolsuzluk molsuzluk yok, tertemiz!

Onur Çanakçı: Kronikleşen kriz hali

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×