SANEM GÜVEN
Netflix, sponsor olduğu dizi ve filmlerle adından söz ettirmeye devam ediyor.
Merakla beklenen Martin Scorsese filmi ‘The Irishman’ için geri sayım başlamışken üç Netflix Orijinal içeriği gözünüzden kaçmasın.
Bir Bong Joon-Ho filmi: Okja
Konu: Genetiği değiştirilmiş devasa domuz ‘Okja’, Güney Kore dağlarında dedesiyle yaşayan 14 yaşındaki Mija’nın en yakın arkadaşıdır. Okja’nın sahibi Mirando şirketi, nihayet onun sofralara sosis ya da biftek olarak gelmesine karar verince, Mija en yakın arkadaşını ‘kader’inden kurtarmaya çalışacak ve hayvan hakları aktivistlerinden yardım alacaktır.
Not: ‘Okja’nın Cannes’daki gösteriminde Netflix logosu göründüğünde film seyircilerce yuhalanmış, festival jürisi, sinemalarda seyirciyle buluşmayan filmlerin ödül alamayacağını ilan etmişti. Bunlara rağmen ‘Okja’nın Netflix’te yayınlanmasının ardından Google’da ‘vegan’ kelimesinin yüzde 58 oranında daha fazla arandığı, vegan ürünlerin satışında da artış kaydedildiği tespit edildi.
Yönetmen: Şu an sinemalarda gösterilmekte olan ‘Parazit’ filmi Cannes Film Festivali’nin 72 yıllık tarihinde Altın Palmiye kazanan ilk Güney Kore filmi oldu.
Bong, bir söyleşide ‘Okja’ için şunları söyledi: “Bir an önce çekmek istedim, çünkü şu an kurgu gibi görünse de gerçekleşmesi an meselesi. Kanada’da genetiği değiştirilmiş bir somon gerekli tüm onayları aldı, piyasaya sunulmak üzere. Filmi çekerken genetiği değiştirilmiş domuz geliştiren bir doktora öğrencisiyle tanıştım. Yani ‘Okja’ aslında gerçek.
Öneri: Siz de bir hayvanseverseniz ama et yiyorsanız, ‘Okja’yı izledikten sonra kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Yediğimiz hayvanların bugün artık aileden sayılan kedi ve köpeklerimiz kadar akıllı olmadığına emin miyiz? Belki de tabağımızdaki etin oraya nasıl geldiğinin farkına varmanın zamanı gelmiştir. Bunun için Okja’yı izlemelisiniz. Ama dikkat! Tüm jenerik akıp bittikten sonra final sahnesi var. Film bitti sanıp kaçırmayın.
Çarpıcı bir belgesel: Bana Kim Olduğumu Söyle
Konu: Alex Lewis, 18 yaşındayken geçirdiği korkunç bir trafik kazasından sonra üç ay komada kalmış, uyandığında hafızasını yitirdiği anlaşılmıştır. Adını bile unutmuş, annesini babasını tanımayan Alex, sadece tek yumurta ikizi Marcus’u hatırlamaktadır. Alex’in dünyayı yeniden tanımasına canla başla yardım eden Marcus ise aslında büyük bir ikilem içindedir ve ona sonuna kadar güvenen Alex’ten büyük bir sır saklamaktadır.
Öneri: En baştan söyleyelim, ekranın karşısına bu belgesel hakkında hiçbir şey okumadan oturmanızda yarar var. İlk izleyişinizin ardından, tüm belgeseli bu kez ‘gerçeği bilerek’ yeniden izlemek isteyebilirsiniz. Ancak belgeselin kurgusuna ve yönetmenin tarzına saygı açısından, ilk seferinde ‘aslında neler yaşandığını’ öğrenmekten özenle kaçının.
Yönetmen: Ed Perkins, çok güzel bir iş başarmış. Kurgu öyle güzel, hikaye öyle başarılı anlatılmış ki pek çok insan “Bugüne kadar izlediğim en güzel belgesel” yorumunu yapıyor.
Not: Alex’le Marcus, 2013 yılında başlarından geçenlerle ilgili bir kitap yazmış, BBC TV’ye bir söyleşi vermiş. Bu belgeseli çekmeye karar verdiklerinde ise yönetmen Ed Perkins ile aralarında tam bir güven ortamı oluşabilmesi için üç yıl birlikte zaman geçirmeleri gerekmiş.
Son söz: Çeşitli festivallerde gösterilmesinin ardından 18 Ekim 2019 tarihinde Netflix’te yayınlanan ‘Bana Kim Olduğumu Söyle’ sona erdiğinde, kendinize kaçınılmaz olarak şu soruyu soracaksınız: Ben olsaydım ne yapardım?
Konmari Metodu’nu öğrenin: Düzenleme Sanatı
Konu: Dünyaca ünlü yaşam alanı düzenleme uzmanı, yazar ve influencer Marie Kondo, fazla eşyalardan kurtulmak veya yeni bir yaşam tarzı için evini düzenlemek isteyenlere yardım ediyor.
Sadeleşmek isteyen ancak nereden ve nasıl başlayacağını bilmeyen ailelerin, çiftlerin ve öğrencilerin evlerine giderek hangi eşyaları tutup hangilerini atacaklarını, kalanları nasıl yerleştireceklerini söylüyor.
Öneri: Kütüphanenizi, banyonuzu, mutfağınızı ya da kıyafet dolabınızı; hatta çocuklarınızın oyuncaklarını nasıl düzenleyeceğinizi bilmiyorsanız, bu program size göre.
Yönetmen: Marie Kondo bir Japon. Uzmanlığı tesadüf değil. Evlerinde geniş alanlara sahip olmayan Japonlar, küçücük alanlara sığmak, iç çamaşırları, havlu ve çoraplarını minicik dolaplara yerleşecek şekilde düzenlemek zorunda. Bu nedenle çocukluğundan beri ev düzenlemeye kafa yoran Marie Kondo, sonunda Konmari Metodu’nu yaratmış.
Yüzünde her zaman aynı gülümsemeyle dolaşması, evde çok fazla kitap tutmanın gereksiz olduğunu söylemesi, çağrıldığı evi selamlamak gibi insanların alışık olmadığı bir ritüeli bulunması gibi sebeplerle, bazı insanlar onu izlemeye ‘katlanamıyor.’ Ama ister beğenin ister beğenmeyin, o dünya çapında bir fenomen.
Öneri: “Bir öğrenci evi nasıl anne babaların davet edilebileceği hale getirilir?”, “Emeklilik hayatı başlarken evi nasıl düzenlemek gerekir?”, “Üç çocuklu bir evde derli toplu yaşamak mümkün müdür?” gibi sorulara cevap bulabilirsiniz.
Not: İşe yarar hiçbir ipucu edinemeseniz bile, bir süre evinizdeki eşyalarla ilişkinizi ciddi ciddi sorguluyorsunuz. Çünkü Konmari Metodu’nun en önemli ilkesi şu: Bir eşyaya ihtiyacınız yoksa ve elinize aldığınızda size neşe vermiyorsa, atın gitsin!