Bir zamanlar, “kendi kendine yeten 7 ülkeden” biri olarak, dünyanın tahıl ambarlarından biri miydik? Dünyanın zeytin ve fındığının büyük kısmını biz mi üretiyorduk, tam hatırlayamıyoruz. Artık dünyanın yaşaması ve hayatta kalması en pahalı ülkesi olma yolunda sağlam ve cahil adımlarla ilerliyoruz. Bilimi, bilgiyi, insanı, hayatı değil sadece parayı ve gücü seviyoruz.
Sadece bizi yönetenler değil, biz de artık o korkunç canavara dönüşmek zorunda kalıyoruz, hayatta kalmak, bu korkunçluğun içinde boğulmamak için çeşitli çeşitli canavarlara, korkunç fikirlere, öfkelere dönüşüyoruz. Eleştirdiğimiz gerçek üstü saçmalık 20 küsur yıl içinde, biz farkında olmadan nefes alıp verdiğimiz, yaşadığımız ya da yaşamaya çalıştığımız gerçekliğimiz haline geldi bile. Her şeyden nefret ediyor, herkesten tiksiniyor, sürekli “acaba dolandırıldık mı?” kaygısıyla düzenbazlığın her türüne maruz kalmanın verdiği deneyimle, kendimizin iyiliğini başkalarının kötülüğünün önüne koyuyoruz. Artık biz de vahşi bir hayvanız, çok yakında sıra bize de gelecek. “Sahipsiz” olanlarımız yaşama veda edecek. “Sahipli” olanlar için yine vergi indirimleri, 3-4 maaş, çakarlı araç avantajı, çeşitli hukuki kolaylıklar ve daha neler neler…
Sahiplilerin gücü nedense sadece suçsuzlara ve güçsüzlere yetiyor nedense. Yıllar içinde gördük ki, onlar ülke için değil, hep kendileri için bir şeyler istiyorlar. Bir gün yakın akrabaya bir makam, bir gün bir makam arabası, bir gün makam arabası konvoyu, bir gün uçak, bir gün vergi indirimi, bir gün kupon bir arazi… Tarikat yurtlarında çocukların başına gelmedik kalmaz, bu bizimkiler hemen mecliste oy atarken kikirder…