BÜŞRA AŞÇI
21’nci İstanbul Tiyatro Festivali, 13 Kasım’da başladı. Oyunlar ve yan etkinlikler her iki yakadaki 18 farklı mekânda 26 Kasım’a kadar izleyicileriyle buluşacak.

Fotoğraflar: İKSV
Oyunlar, Zorlu PSM, Moda Sahnesi, ENKA İbrahim Betil Oditoryumu, Çevre Tiyatrosu, Caddebostan Kültür Merkezi, Yunus Emre Kültür Merkezi, DasDas, Kenter Tiyatrosu, ve MSGSÜ Bomonti Yerleşkesi Şebnem Selışık Aksan Sahnesi salonlarında izlenebilecek.
Festival programında yer alan ücretsiz yan etkinlikler ise, Tüyap Kitap Fuarı, Moda Sahnesi, Fransız Kültür Merkezi, MSGSÜ Bomonti Yerleşkesi, Sahne Khas, Studio Oyuncuları ve Salon İKSV’de gerçekleştirilecek.
Bu yıl yurtdışından beş tiyatro ve dans topluluğunu konuk eden festivalde, Türkiye’den 13 yapım yer alıyor.
Tüm heyecanıyla devam eden festivalin direktörü Leman Yılmaz’la festivali ve Türkiye’de kültür ortamını konuştuk.
İstanbul Tiyatro Festivali nasıl doğdu? Sizce şehrin kültür-sanat hayatında nerede duruyor?
İstanbul Tiyatro Festivali bir ihtiyaçtan doğdu. İlk kez 1989 yılında yerli ve yabancı tiyatro ile dans topluluklarının izleyiciyle buluştuğu uluslararası bir etkinlik olarak gerçekleştirildi. Geldiği nokta itibariyle ise festival, eğitim projeleri, ortak yapımları ve güncel temalara değinen programıyla her yıl gösteri sanatları alanında ulusal ve uluslararası düzeydeki yeni yönelimleri ve çalışmaları İstanbul’a taşıyor; izleyiciye ve sanat dünyasına farklı açılımlar kazandırıyor.
Belki daha genel tabloya bakarsak, bu sene 21’incisi gerçekleşen İstanbul Tiyatro Festivali’nin Türkiye tiyatrosuna nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?
Festival olarak sadece gösterim yapmıyoruz. Tiyatro sanatının daha iyi tanınması için pek çok etkinlik de gerçekleştiriyoruz. Örneğin usta oyuncu ve yönetmenleri ücretsiz atölyelerde öğrenci ve gençlerle bir araya getiriyoruz, geçtiğimiz festivallerde Suzuki, Terzopoulos gibi usta yönetmenlerin oyunculuk yöntemleri üzerine atölyeleri oldu. Gelen sanatçılar da burada kendi çizgilerini tanıtıyorlar. Nasıl bir oyunculuk sistemiyle çalıştıklarını, koreografik yaklaşımlarını aktarıyorlar ya da Robert Wilson gibi bir yönetmen geldiğinde sahne tasarımına getirdiği o yeni bakışı görme olanağı buluyoruz. Örneğin Robert Wilson ilk kez festivale geldiğinde çok tepkisel karşılanmıştı. Bizim için çok farklı ve çok yeni bir tiyatro ve sahne yaklaşımıydı. Şimdi ise sahnelemelere baktığımızda o çizgide ve hatta onun da ötesine geçen çok oyun izlemeye başladık.
Bahsettiğiniz gibi İstanbul Tiyatro Festivali uzun zamandır iki senede bir mayıs ayında gerçekleştiriliyordu. Bu seneden itibaren artık Tiyatro Festivali’nin her sene ve kasım ayında yapılacağını açıkladınız. Bu karar nasıl alındı?

Leman Yılmaz
Tiyatro Festivali’ni 2002’den 2017’ye kadar iki yılda bir düzenlediğimiz dönemde her yıla tekrar dönebilmenin umudunu hep içimizde taşıdık. Ancak İstanbul gibi bir kentte özellikle de prodüksiyon açısından maliyeti yüksek bir festivali her yıla döndürmek çok da kolay bir adım değildi. Buna ek olarak hem İstanbul’da açılan yeni sahneler, her yıl artan yapımlar, perde açan toplulukların coşkusuna tanık olmak; buna benzer bir üretim yükselişini yurtdışında da gözlemlemek, bizi festivalin her yıl nasıl yapılabileceğini düşünmeye itti. Aslında bir anlamda var olan festivalin program ve süresini ikiye böldük, bu formül hem festivali her yıl yapmamıza olanak sağlayacaktı hem de bu kentin içinde yeşeren ‘yaratıcı enerji’ye ayak uyduracaktık. Böylelikle festivali her yıla taşırken süresini de iki haftaya çektik. Madem festivali her yıla taşıyoruz, öyleyse festivalin dönemini de değiştirelim diye düşündük ve kasım ayında düzenlemeye karar verdik. Sonbahar ile şehirde kültür-sanat hayatını yeniden canlanıyor, sanatseverler yeniden etkinliklere katılmak için kapalı salonlara geri dönüyor. Kasım ayı ise hem prömiyerler için, hem de dünyadaki festival ve işbirliklerinde yer almak için uygun bir ay.
Çoğunlukla tanıdığınız veya daha önce birlikte çalışma fırsatı bulduğunuz yönetmen ve ekipleri mi festivale davet etmeyi tercih ediyorsunuz?
Hayır, tam tersine festival programına bugüne kadar İstanbul’a gelmemiş, oyunları sahnelenmemiş toplulukları, yönetmenleri davet ediyoruz. Bunun çok sayıda örneği var. Hatta her festival programında bir ya da iki yönetmen, topluluk ya da koreografın eserlerine festivalde ilk kez yer veriyoruz. Tiyatro Festivali bugüne kadar yerli yapımlara verdiği destekle de çok önemli katkılarda bulundu. Festivalde prömiyer yapan yerli yapımlar, yeni metinler, yönetmenler, topluluklar festival programında yer aldı ve yer almaya devam ediyor.
İstanbul Tiyatro Festivali’nin en önemli farklarından biri yerli ve yabancı tiyatro ekiplerinin bu festival için ortak yapımlar üretmesi. Bu sene de bu gelenek devam edecek mi?
İlk kez 1999 yılında Terzopoulos’un Herakles Üçlemesi’ne sunduğumuz destekle uluslararası bir yapımın ortak yapımcılığını gerçekleştirmiştik. Ardından 2002 yılında, Nâzım Hikmet’in doğumunun 100. yılında, Genco Erkal’ın tasarladığı ve yönettiği ‘Nâzım’a Armağan’ adlı yapımla ilk prodüksiyonunu gerçekleştirdik ve izleyen yıllarda pek çok yerli ve yabancı prodüksiyona ortak yapımcı olarak da destek verdik. Bu yıl ise farklı bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu yıl, festivalin her yıla döndüğü ilk uygulama yılı ve bu süreci iyi yapılandırmamız gerekiyordu. Önceliği bu değişimi yönetmeye verdiğimiz için ortak yapımlara bu sene için ara verdik. Tabii ki önümüzdeki festivallerde ortak yapımlara devam edeceğiz.
İstanbul Tiyatro Festivali’nin bilet fiyatlarının ülkemiz şartlarında yüksek olduğunu düşünenler oluyor. Haklılar mı?
Bildiğiniz gibi biz vakıfız ve kâr amacı gütmüyoruz. Bütçemizin tamamı operasyona gidiyor. Yabancı prodüksiyonları Türkiye’ye getirmek oldukça zorlayıcı bir süreç. İstanbul Tiyatro Festivali prodüksiyon ağırlıklı bir festival ve yapımların çoğu yurtdışından TIR’larla ağır dekorlarla geliyor. Burada en az iki gün kurulum yapılıyor. Ayrıca kendi alanlarında önde gelen toplulukları getirmeye çalışıyoruz. Bazı oyunların grupları da kalabalık oluyor ve yol masrafları, konaklama vs. de eklenince ortaya yüksek bir miktar çıkıyor. Yükselen döviz kurları da elbette bütçemizi çok etkiliyor. Bir de festivalde mekân kirası veriyoruz. Kısaca maliyetlerimizin çok yüksek olması bilet fiyatlarına yansıyor.
Biletlerin satışa çıkar çıkmaz bitmesiyle ilgili şikayetler oluyor. Bu neden oluyor?
Bunun en önemli nedeni mekânların kapasiteleri tabii ki. Sonuçta mekanlar da oyunların yapısına göre seçiliyor. Her oyunu, yapımı büyük sahnelerde, seyirci kapasitesinin yüksek olduğu salonlarda yapmak imkânsız. Durum böyle olunca da biletler çok çabuk tükeniyor. Bu durum sezon içinde perde açan oyunlar için de geçerli. Benim görmek isteyip bilet bulamadığım çok oyun oluyor.
Geçen senelerde bazı oyunlara giden izleyiciler çok zor bilet bulunan bazı oyunlarda gösterim günü ön koltukların boş olduğundan şikayet ettiler. Peki bu neden oluyor?
Festival sponsorlarımız, oyun sponsorlarımız ya da mekân sponsorlarımız olabiliyor. Her birinin sınırlı da olsa davetiye kotaları oluyor ve bu kontenjanların etkin kullanılmamasından dolayı ender de olsa bahsettiğiniz durumlar ortaya çıkabiliyor. Ayrıca her gösterimde bilet alıp da gelemeyen izleyiciler de mutlaka oluyor. Bizler de bu yerleri boş bırakmamak için festivallerimizde oyunlar başlamadan hemen önce ‘kapı satışı’ gerçekleştiriyoruz ve böylece son ana kadar bu yerleri tiyatroseverler ile buluşturabiliyoruz.
Sosyal medyada İKSV Lale kartlıların bilet önceliği nedeniyle bazı gösterilere bilet bulmakta zorlanan ve bundan şikâyet edenlere rastlıyoruz. Kimdir bu İKSV Lale Kartlılar?
15 yıl önce Lale Kart programına başlarken amacımız vakfın etkinliklerini yakından takip eden, kültür sanatı yaşamının odağına alan izleyicileri, ‘Gelin İKSV’ye destek olun’ çağrısıyla bir çatı altında birleştirmekti. Bugün Lale Kart sahipleri, etkinliklerimizi en yoğun şekilde takip eden, bizi uzun yıllardır destekleyen, İKSV’nin en yakın aile çevresi diyebileceğimiz, en vefalı izleyicilerimiz.
Toplam üye sayımız 4500’ü aştı. İKSV’nin toplam bütçesinin %6’sı gibi yüksek bir oranını Lale Kart sahiplerinin katkısı oluşturuyor. Lale Kart üyeleri için her etkinlikte mekân kapasitelerinin belirli bir yüzdesini ayırdığımızı belirtmek isterim; bazen Lale üyeleri de öncelikli dönemde bilet bulamayabiliyorlar.
‘III Richard’ gösterimi festivalin başlamasına çok az bir süre kala iptal edildi. Bu konuyu sizden de dinleyebilir miyiz?
Evet festival kapsamında 17 ve 18 Kasım günleri sahneleneceği duyurulan Schaubühne Berlin’in III. Richard oyunu, ne yazık ki topluluğun aldığı son dakika kararı sonucunda iptal edildi. Schaubühne Berlin, topluluk üyeleri arasında yapılan toplantı sonucunda, Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin güncel durumuna bağlı olarak Türkiye’ye seyahat etmemek yönünde karar aldığını belirtti. İstanbul Kültür Sanat Vakfı olarak her zaman kültür ve sanat etkinliklerinin sınırları aşan, birleştirici gücüne inanıyoruz. Ayrıca her türlü koşulda kültürel işbirliklerinin devamlılığının büyük önem taşıdığına düşünüyoruz, bu nedenle topluluğun bu kararını üzüntüyle karşıladık.
Bir süre önce ‘Tiyatro ölüyor mu?’ sorusu gündemdeydi. Tam tersine son yıllarda tiyatroya ilginin arttığını gözlemliyoruz. Dünyada, Avrupa’da tiyatroya ilgiyi nasıl görüyorsunuz?
Televizyon çıktığında, sinema popüler olduğunda hep bu soru soruldu. Fakat tiyatro ölmüyor. Tiyatro var olduğundan bu yana sunduğu o canlı ilişki çok önemli. Sonuçta sinemada ve televizyonda gördüğü sanatçıları sahnede canlı olarak görmek çok daha heyecan veriyor seyirciye. Tiyatroda toplumsal olarak yaşama dair, insana dair öyle konular ve değerler var ki. İyi oyun, kaliteli oyun her zaman her yerde seyirci buluyor. Avrupa’daki önemli festivalleri de izliyorum. Sürekli bir arayış var.
Tiyatro da zamanla şekil değiştiriyor tabii. Özellikle teknolojinin, tasarımın yenilenmesi, farklı sahne tasarımları büyük ilgi çekiyor. Ama özde tiyatro sorgulayan bir sanat, toplumsal ve bireysel ifadenin vurgulanması ön planda ve bu zamansız bir konu. Bütün dünyada tiyatroya ilginin arttığını gözlemleyebiliyorum.